Gaziantep Gezi Rehberi

GAZİANTEP: YEMEK ZEVKİ VE TARİHİN BİRLEŞTİĞİ NOKTA

Çok uzun zamandır gitmek istediğimiz yerde, Gaziantep ‘teyiz. İstanbul’dan sabah çok erken uçtuğumuz için henüz şehir uyanmadan Gaziantep’e varıyoruz. Şehir uyanmamış fakat beyran ve katmerciler çoktan uyanmış. Buraya geldiğinizde sabah kahvaltı usulü bu. Biz de Antep‘in yemek kültürüne olan bağlılığımızı göstermek için önce Metanet’e geldik. Dükkâna girer girmez buram buram sarımsak kokusuyla kendinize geliyorsunuz. Beyran, Gaziantepliler için bir çorba değil, başlı başına bir yemek. Metanet çalışanlarının söylediğine göre vakit öğlen oldu mu beyran tükeniyormuş. Hemen karşısında da aynı yere ait katmerci var. Fakat biz katmer için Zekeriya Ustanın yerine gitmeye karar veriyoruz. Aynen bu yazıda olduğu gibi, Gaziantep’e de gezmekten çok, yemek üzerine bir girişimiz oluyor böylece.

Günaydın Antep

Sabahın erken saatinde Gaziantep sokaklarında yürüyoruz. Esnaf yavaş yavaş dükkanlarını açmaya başlıyor. Tek tip binalar ve dükkanların atmosferini hissediyor, bambaşka bir yerde olduğumuzu fark ediyoruz. Bu duygularla katmerciye ulaşıyoruz. Küçücük bir dükkân, insanlar omuz omuza katmer yiyor. Biz de bulduğumuz bir masaya oturup siparişimizi veriyoruz. Anlatanlardan tecrübeliyiz. 2 kişi için tek katmer yetiyor hatta artıyor. Yanına çay söylüyoruz fakat görüyoruz ki yerli halk, tatlı olan katmerin yanına süt içiyor. Biz de bu kurala uyuyor, bu lezzetlerin keyfini çıkarıyoruz.

Gaziantep ‘te gezilecek yerler

Almacı Pazarı

İlk durağımız Gaziantep’in en eski çarşısı olan Almacı Pazarı. 250 yıllık geçmişiyle ahilik anlayışı, kültürel tarihi ve kuşaktan kuşağa aktarılan meslekleriyle öne çıkan çarşıda ne ararsanız var. Kültür yolu üzerinde bulunan tarihi çarşı sadece Gazianteplileri değil Türkiye‘nin farklı noktalarından gelen insanların da uğrak yeri haline gelmiş durumda. Önce çarşının ismine bir göz atalım. Geçmiş dönemlerde elma çok pahalıymış ve zor bulunurmuş. O kadar kıymetliymiş ki sadece hastalara götürülür, taneyle satılırmış. Bu pazarda da bir dönem sadece elma ve armut satılırmış. İsmini bu kadar kıymetli olan elmadan alan Almacı Pazarı’nda bugün elma bulmak zor. Elmadan hatıra kalan yegâne şey çarşının girişindeki elma heykeli.

Almacı Pazarı’na girdiğinizde baharata karışmış salça kokuları eşliğinde çıtır çıtır Antep fıstıkları gözümüzü alıyor. Bu pazarda yok yok. Pestiller, sucuklar, nar ekşileri, güneşte kurutulmuş biber ve domates salçaları, kuruyemişler, Arap çayları, yöresel şerbetler neler neler… Zaten burada dükkân önlerinde avuç avuç ikramlıklar veriliyor. Geri çevirirseniz ayıp kabul ediliyor, aman geri çevirmeyin. Biz ilk gittiğimizde alışveriş ettiğimiz Nasıroğlu ticarete çeviriyoruz yönümüzü. Hemen zahter çayımız geliyor, mis gibi dağ kekiğinin kokusu eşliğinde alışverişimizi yapıyoruz. İlk gelişimizde yükümüzü beraberimizde taşımıştık. Bu kez tecrübeliyiz, aldıklarımızı kargoyla eve teslim istiyoruz. Kargo ücretsiz, aklınızda olsun.

Gaziantep Bakırcılar Çarşısı

Burada işimizi bitirince yönümüzü Almacı Pazarı’nın hemen karşısında bulunan Bakırcılar Çarşısı’na çeviriyoruz. İsminin Bakırcılar olduğuna bakıp sadece bakır işleri var sanmayın. Bu çarşıda birçok el sanatı ürün, işin erbapları tarafından yapılıp satışa sunuluyor. Taş döşeli sokakları, ahşap kaplı dükkanları ve güler yüzlü esnafıyla bu çarşıda uzun zaman geçirmeniz mümkün. Çarşı çok düzenli ve üstü kapalı. Bu nedenle ferah bir gezi yapma fırsatınız doğuyor. Sağlı sollu dükkanlarda harıl harıl çalışan esnaf ve bakırları döverken çıkan o ritmik ses… Tık tık tık…Bambaşka bir dünyaya girdiğinizi fark ediyorsunuz.

Çarşının arka taraflarına doğru ilerliyoruz ve el işlemeciliğinin şahane örneklerini seyrediyoruz. Bakırcılar Çarşısı’nda yer alan dükkanların yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. 19. Yüzyılda yapıldığı düşünülen çarşı, tek katlı dükkanlardan oluşuyor ve hanlar bölgesi içinde yer alıyor. Kemerli girişlerle sokağa açılan dükkanlar düzgün kesilmiş sert kalker (keymıh) taştan yapılmış. Gaziantep çarşısında gezerken açılan her kemerli kapı sizi başka bir dünyaya götürüyor zaten. Kapıların ardında geniş avlular, muhteşem çift cepheli evler, hatta çarşı içinde çarşılar göreceksiniz. Almacı Pazarı ve Bakırcılar Çarşısı’nın içinde yöresel üreticilere ait yerler var. Biz her gittiğimiz yerde geleneksel tahin helvası yapan bir yer bulma geleneğimizi bozmayarak Kasapbaşı Helva’yı buluyoruz. Doğal tahinden yapılan bu helvayı yemediyseniz, ben tahin helvası yedim demeyiniz. O derece lezzetli.

Bakırcılar Çarşısı’nın ve Antep çarşılarının bir geleneksel ürünü de elbette ki yemeniler. Renk renk ürünlerini dükkanların girişine asmış yemenicilere giriyoruz. En meşhurundan daha az tanınmışına göre fiyatlarda ciddi fark olduğunu belirtelim. Yemeni kelime anlamı olarak başı ve ayağı kapatan anlamına geliyor. Yemenilerin ünü artık Gaziantep sınırlarını aşmış durumda. İlk giydiğinizde çok kaygan olduğunu hatırlatalım. İşin ustaları tabanının asfaltta yürüdükçe çizileceğini, ortaya çıkan liflerin yeri vantuz gibi tutacağını söylüyorlar. Bizden hatırlatması.

Tarihi Tahmis Kahvesi

Çarşı gezisi bitecek gibi değil, yürüdükçe karşımıza bir sürpriz çıkıyor. Kâh bir handa gösterilen bir tabureye ilişiyor, esnafın ikram ettiği bir bardak çayı içiyoruz; kâh bir sokak içinde muhteşem işlemeleriyle bir cami minaresini seyrediyoruz. Bu kadar yorgunluğun üzerine bir kahve molası vermek üzere Tahmis Kahvesi’ne geliyoruz. Türkmen Ağası ve Sancak Beyi Mustafa Ağa Bin Yusuf tarafından, Mevlevihane Tekkesi’ne gelir getirmesi amacıyla yaptırılan bu kahve günün her saati kalabalık. Gaziantep’e gelip de buraya uğramayan yok gibidir. Tahmis, kahvenin dövüldüğü yer anlamına geliyormuş. Buraya geldiğinizde menengiç kahvesi içecekseniz içinde şeker var. Bizim gibi bu lezzeti sevmeyenler Türk kahvesiyle devam edebilir. Tahmis Kahvesi’nde kahvenin yanında bakır kâse içinde kuruyemiş geliyor. Burada bu yemişlere ‘eğlencelik’ dendiğini de öğrendik.

Kahveden çıkınca, hemen yanında bulunan Mevlevihane’ye giriyoruz. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük Mevlevihanesi olan Gaziantep Mevlevihanesi, günümüzde müze olarak hizmet veriyor. Mevlevihane’nin kitabesine göre Ayıntab Sancak Beyi Türkmen Mustafa Ağa bin Yusuf tarafından yaptırılmış. Mevlevihane çok hoş bir avluya bakan karşılıklı iki binadan oluşuyor. Hemen yan tarafında da 1638 yapımı Tekke Camii var. Camiinin önünde yöresel ürünler ve Gaziantep peyniri bulabileceğiniz bir de küçük çarşı var. Fiyatları oldukça ekonomik, yolunuz düşerse uğramadan dönmeyin.

Bey Mahallesi

Mevlevihane’den çıkınca Antep’in en eski mahallerinden biri olan Bey Mahallesi’ne doğru yürümeye başlıyoruz. Yürüdükçe şehri gözlemliyor, her detayı fark ediyor ve bol bol fotoğraf çekiyoruz. Yol üzerinde Yuşa Aleyhisselam ve Pir Sefa Türbesi’ni görünce bir kısa mola veriyor, sonrasında Bey Mahallesi’ne ulaşıyoruz. Bu mahalle Antep’in tarihi dokusunu hissedip evlerini görebileceğiniz en güzel yer. Dar sokakları, çelik cumbalı evleri, müzeleri, mis kokan sahaflarıyla işte Gaziantep diyoruz. Burada ilk durağımız Gaziantep Atatürk Anı Müzesi.

Tarihi Bey Mahallesi’nde bulunan ve iki binadan oluşan yapının birinci bölümünde; Atatürk’ün konakladığı mekânın bir benzeri ve kullandığı şahsi eşyaların orijinalleri sergilenmekte. Ortak avluya bakan ikinci bölümde ise; Atatürk Araştırma Kitaplığı ile Antep Savunmasının anlatıldığı Sözlü Tarih Araştırma Odası yer almakta. Bu bölümde Antep Savunması kahramanlarının sinevizyon gösterileriyle anlatıldığı salon ve halkın o dönemlerde kullandığı eşyaların örnekleri sergileniyor. Atatürk’ün kaldığı odanın, orijinal eşyalarla canlandırıldığı Anı Müzesi’nde, burayı ziyaretinde kullandığı kahve fincanından okuduğu kitaplara; kent tarihini anlatan yüzlerce yayından, dönemin kahramanlarının hikayelerine dek pek çok değerli eser sergileniyor.

Müzenin avlusunda Atatürk’ün Bey Mahallesi nüfusuna kaydını gösteren nüfus cüzdan örneği ile Gaziantep’e verilen İstiklal Madalyası için bir yer yapılmış. Avludaki İstiklal Madalyasının önüne sabitlenmiş bir yazı dikkatimizi çekiyor: “Antep Savunması, yürekleri vatan sevgisiyle dolu Anteplilerin imkansızı gerçekleştirmelerinin destanıydı. 10 ay 9 gün boyunca her türlü sıkıntıya göğüs geren Anteplilerin bu onurlu mücadelesinin sonucunda, TBMM, 8 Şubat 1921 tarih ve 93 sayılı kanunla kente ‘Gazi’ unvanını vermişti. “Gazi” unvanı alan ilk ve tek kent olan Gaziantep, 2008 yılında çıkarılan kanunla ise, 87 yıl sonra İstiklal Madalyası’na kavuştu ve Türkiye’deki “İstiklal Madalya”lı dört kentten biri olma şerefine nail oldu.”

Yan yana Müzeler

Antep’in “Gazi” oluşunun şanlı geçmişini gururla gördüğümüz bu müzeden gözlerimiz nemli çıkıyor ve hemen karşısındaki Oyuncak Müzesi’ne giriyoruz. Aslında niyetimiz oyuncak görmek değil. Müzenin yer aldığı bina Antep’in eski evlerinin mimari yapısını görebileceğiniz en güzel örneklerden biri. Müze restore edilirken evin temelinde ortaya çıkan iki katlı mağara da ziyarete açılmış. Bu mağaralar ile birlikte dünyanın çifte mağaralı ilk oyuncak müzesi olan Gaziantep Oyuncak Müzesi’ni sadece 2 TL. karşılığında gezebiliyorsunuz. Müze çocuklara ücretsiz. Mağara sergi salonunda, 24 farklı ülkeden, ulusal kıyafetleri giydirilmiş çocuklar ve ait olduğu ülkelerin mimari yapılarının sergilendiği bir bölüm oluşturulmuş.

Oyuncak müzesiyle yan yana bir müze daha var. Türkiye’nin ilk Turizm ve Tanıtma Bakanı olan Ali İhsan Göğüş’ün kızı Gazeteci–Yazar Zeynep Göğüş tarafından satın alınmış ve bina Gaziantep Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı ve KUDEB ekibi tarafından restore edilmiş. Ailenin kullandığı özel eşyaların yanı sıra, yöresel eşyaların da yer aldığı müzenin üst katı Bey mahallesi manzarasına hâkim bir kahve olarak düzenlenmiş. Gaziantep’in en eski mahallesini tepeden izlemek için uygun bir yer.

Kendirli Kilisesi

Bu müzeyi de gezdikten sonra Bey Mahallesi’nden çarşı içine doğru iniyoruz. Ana caddenin üzerinde karşımıza muhteşem bir yapı olan Kendirli Kilisesi çıkıyor. Kilise, Gaziantepli Katolik Ermeniler tarafından, Fransa Kralı III. Napolyon, Fransız misyonerler ve katoliklerin maddi desteği ile 1860 yılında inşa edilmiş. Zaman içerisinde hayli yıpranan kilise, 1898 yılında yıkılarak yerine günümüzdeki kilise yapılmış ve 1900 yılında ibadete açılmış. Planı, Roma’daki Saint Fransua Kilisesi’nden örnek alınan yapı bir süre öğretmenevi lokali olarak kullanılmış. Bugün ise Avrupa Birliği kapsamında yenilenme sürecinde olan kilise, şehrin görülmesi gereken yapıları arasında yer alıyor.

Baklava mı dediniz?

Bu kadar gezdikten sonra sıra Gaziantep Mutfağı’nı keşfetmeye geliyor. Dünyada şehrin adıyla anılan tek mutfak olma özelliğini taşıyan Gaziantep mutfağının lezzetini anlatmaya gerek yok… Gurme değiliz ama yemeklerin lezzetini, çeşidini ve tazeliğini anlatmakla bitiremeyiz. Gaziantep deyince ilk akla gelen antep fıstığı ve baklavadır. Biz bu lezzetleri şehrin hemen orta yerinde 1887’den beri hizmet veren İmam Çağdaş’ta denedik. Yemekler, hizmet, garsonlar iyi ama lavabolar kötüydü. Bu kadar büyük markaya bunu elbette yakıştıramadık. Fakat havuç dilim baklavanın o az şekerli bol antep fıstıklı lezzetiyle bunu unuttuk gitti. Antep’e yolunuz düşerse baklava ve türevi alışverişinizi buradan yapın. Biz bir önceki Antep ziyaretimizde bir tavsiye üzerine Koçak’a gitmiştik. İstanbul’a döndüğümüzde yediğimiz baklavaların olumsuz etkilerini yaşadık, oldukça ağırdı ve rahatsız etti. İmam Çağdaş ise baklavasıyla bizden tam not aldı. Zaten daha sonra öğrendik ki, şehrin yerlileri İmam Çağdaş’ı, turistler Koçak’ı tercih ediyormuş…

Zincirli Bedesten ve Bayazhan

Bu lezzet şöleninden sonra hemen karşısında yer alan Zincirli Bedesten’e gidiyoruz. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Darendeli Hüseyin Paşa tarafından yaptırılan Zincirli Bedesten, halk arasında “Kara Basamak Bedesteni” olarak biliniyor. Uzun yıllar kasaplara ev sahipliği yaptığı için et hali olarak da adlandırılan tarihi yapı, restorasyon çalışmaları sonrasında 73 dükkân ile ticari faaliyette bulunmak isteyen özellikle baharatçı ve turistik eşya satıcılarına otantik bir ortam oluşturmuş. Beş kapısı bulunan bedestenin Güney kapısındaki dört mısralık kitabenin yazarı Kusiri’dir. Çarşıda sabun, şal, yöresel baharatlar ve cam süsleme sanatının güzel örneği olan cam süsler bulabilirsiniz.

Zincirli Bedesten’den sonra bir şehir turu atıyor ve mola için Bayazhan’a geliyoruz. Bir tütün tüccarı olan Bayaz Ahmet Efendi tarafından 1909 yılında yaptırılan Bayazhan; Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından Gaziantep kent kültürü ve tarihinin tanıtılması amacıyla müze haline getirilerek, Bayazhan Gaziantep Kent Müzesi adıyla 2009 yılında hizmete açılmış. Bayazhan Kent Müzesi’nde Gaziantep’in tarihi, turistik yerleri, doğal güzellikleri, ekonomisi, el sanatları ve mutfak kültürü hakkında ziyaretçilerin bilgi alarak şehri tanımaları sağlanmakta. Bunun yanı sıra, Gaziantep’in yöresel el sanatlarından kutnu, sedef, bakır işlemeciliği gibi sanatlara ait eserleri de bulabilirsiniz. Bayazhan’ın içinde yöresel mutfağın güzel örneklerinin sunulduğu bir de restoran bulunuyor. Özellikle akşam yemeği için yer ayırtmadan gitmeyin, tıklım tıklım oluyor.

Gaziantep Kalesi

Şehrin orta yerinde yer alan Gaziantep Kalesi’ni görmeden olur mu? Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olan kalenin çevresi parklarla düzenlenmiş. Ara sokakların hepsi ayrı bir güzellik taşıyor. Kale, heybeti ve bir sır gibi gizlediği tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25-30 m. yükseklikte görülebilen bir tepe üzerinde bulunuyor.

Gaziantep Kalesi’nin çevresinde yer alan hanlardan biri olan Gümrük Han’da bir kahve molası veriyoruz. Hacı Ömer Efendi tarafından 1873-1878 yılları arasında yaptırıldığı bilinen handa, el sanatlarının en güzel örneklerinin yer aldığı dükkanlar bulunuyor. Hediyelik eşya alışverişi için çok ideal bir yer.

Gaziantep Pişirici Kasteli

Bu kısa moladan sonra, şehrin önemli yerlerinden biri olan Pişirici Kasteli ve Mescidi’ne geliyoruz. Ağa Camii’nin hemen yan tarafında yer alan kasteli güleryüzlü ve bilgili güvenlik görevlisi eşliğinde geziyoruz. Görevli önce uzun uzun anlatıyor, dinlemezseniz çok kızıyor. Sonra kastelin ortasındaki suya nazır fotoğraflarınızı çekiyor. Pişirici Kastel’i, Gaziantep’deki tarihî yapılar içerisinde günümüze ulaşan kastellerin en eskilerinden biri. Kastelin üst örtüsü yol seviyesinde olup, biri kuzeyden, diğeri doğudan olmak üzere, iki merdivenle iniliyor. Kelime anlamı olarak “suyun taksim edildiği yer” anlamına gelen kastel, türkülere bile konu olmuş. Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan Pişirici Mescidi’nin inşaa tarihi birçok kaynakta 1282 senesi olarak gösteriliyor.Girişte havuz, çimecelik (banyo) ve helâların olduğu alan yer alıyor. Mescidin tavan kısmı oyma taştan olup, mescidin tam ortasında yüz yıllardır fokur fokur kaynayan berrak su, insanı etkisi altına alıyor.

Gaziantep’in çeşitli bölgelerinde bulunan sular, yeraltı kanallarıyla belli merkezlere getirilerek, bu merkezlerden de kanallar yardımıyla, zaman içerisinde şehrin önemli ölçüde su ihtiyacını karşılamış. Bu kanallar genel olarak kentin önemli arterlerinden ve cami altlarından geçirilmiş. Evler de su ihtiyaçlarını karşılayabilmek için genellikle bu kanallar üzerine ya da yakınına kurulmuş ve bu evlerden kanallara kuyu açılmış. Bu kuyular aynı zamanda sıcak yaz aylarında erzakların kuyulara sarkıtılarak uzun süre muhafaza edilmesinde de kullanılmış. Su mimarisinin eşsiz örneklerinden olan kasteller, yeraltında insan eliyle kayaların oyulmasıyla yapılmış.

Özellikle yaz aylarında sıcaktan bunalanlar, serinlemek için yine kastelleri kullanmış. Dinlenme, susuzluk giderme gibi ihtiyaçlar için de kullanılan kastellerin, ikinci bir havuz bölümü ise, çamaşır, yün ve bulaşık yıkanmakta kullanılmış. Gaziantep’te yer alan sosyal amaçlı su yapılarından birisi olan Kasteller, Antep mimarisinin önemli simgelerinden birisi olarak kabul edilmekte. Sıcak bir havada yaptığımız gezide, kastele inerken yaşadığımız serinlik duygusu bu yapıların o dönemdeki insanlar için ne denli önemli olduğunu anlamamıza yetti.

Gaziantep Zeugma Müzesi

Artık sıra Gaziantep’in simgesi haline gelmiş Zeugma Müzesi’ni gezmeye geliyor. Peki Zeugma nedir, neresidir? Kısaca bir göz atalım: Dicle ile birlikte, uygarlığın beşiği olarak adlandırılan Mezopotamya’nın sınırını meydana getiren Fırat Nehri, binlerce yıl boyunca bu bölgeye bereket getirmiş. 2300 yıl önce tüm dünyayı ele geçirme hedefiyle Anadolu topraklarından geçen Büyük İskender’in komutanlarından Selevkos Nikator da yerleşimini kurmak için bereketli Fırat kıyılarını seçmiş ve kente bu nehir ile kendi ismini birleştiren bir ad vermeyi uygun görmüş: Selevkos Euphrathes M.Ö. 64 yılında Roma hâkimiyetine geçtiğinde ise ismi “köprü başı” anlamına gelen “Zeugma” olarak değiştirilmiş.

Yollar kadar medeniyetler ve kültürler arasında da bir geçiş noktasında kalması ve bu özelliğini yüzyıllarca devam ettirmesi isminin ne kadar yerinde olduğunu göstermekte. Bu avantajını Sasaniler tarafından yok edilene kadar sürdüren Zeugma, Kommagene Krallığı’nın en büyük dört kentinden biri unvanını elde edecek zenginliğe ulaşmayı da başarmış. Mozaiklerin en görkemlilerinin keşfedildiği ve müzenin giriş katında tekrar hayat bulmuş biçimde ziyaretçilerini bekleyen Poseidon ve Euphrates villalarının tüm duvarları ve hatta tabanlarının dahi mozaik ve fresklerle süslenmiş olması kentin zenginliğinin kanıtları.

Müzede oldukça büyük mozaikler olmasına rağmen, en ünlü mozaik diğerlerine göre oldukça küçük bir eser olan M.S. 2’nci yüzyıl tarihli Maenad ya da daha bilinir adıyla Çingene Kızı Mozaiği. Maenad Villası’nda yemek odasının taban mozaiğinin geriye kalan tek parçasını meydana getiren figürün gözlerindeki mahzun ifade bu mozaiği müzenin en beğenilen buluntusu yapmış ve Zeugma’nın Mona Lisa’sı olarak adlandırılarak antik kentin ve müzenin simgesi haline getirmiş. Çingene Kızı Mozaiği diğer eserlerden ayrı karanlık bir odada sergileniyor. Görünce etkisi altına girmemek pek mümkün değil. Ha bu arada, biz Çingene Kızı diyoruz ama, kendileri Yunan Mitolojisindeki “Yeryüzü Tanrıçası Gaia” da olabilir. Sadece göz bölgesine bakarak anlaşılamıyor maalesef. Tanrıça da olsa, Çingene Kızı da olsa, derinlerden gelen o bakış, insanı gerçekten etkiliyor.

Belkıs / Zeugma Antik Kenti

Gezimizin son günü Belkıs/Zeugma antik kentine doğru yol alıyoruz. Burası, Nizip ilçesinin 10 km. doğusunda, tepeler üzerine kurulmuş bir kent. Büyük İskender’in generallerinden I. Selevkos Nikator, M.Ö. 300’de, Büyük İskender’in, Fırat Nehri’ni geçtiği yerde, Selevkeia Euphrates ismiyle bir kent kurmuş. Bu kentin karşısına da eşi Apama’nın adıyla ikinci bir kent kurarak, bu iki kenti bir köprüyle birbirine bağlamış. Kent, M.Ö. 31’den itibaren Roma’ya bağlanarak adı geçit-köprü anlamında “Zeugma” olarak değiştirilmiş. Roma döneminde altın çağını yaşamış. M.S. 256 yılında Sasani Kralı I. Şapur, Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkmış. Bu tarihten sonra Zeugma bir daha eski ihtişamına ulaşamamış.

Zeugma, özellikle Roma döneminde, sanat alanında çok ilerlemiş, zengin villaları süsleyen mozaik döşemeler dünya örnekleri ile yarışır hale gelmiş. Bölgenin sadece bir bölümünde gerçekleştirilen kazılarda gün ışığına çıkarılan mozaikler Zeugma’nın tam anlamıyla bir mozaik kenti olduğunu ortaya çıkarıyor. Zeugma kazıları sırasında ulaşılan ve bu alanda bir “dünya rekorunu” Gaziantep’e ve Türkiye’ye kazandıran bullalar (Mühür Baskı) da Belkıs/Zeugma’yı eşsiz kılan özellikler arasında yer alıyor. Kentte kazı çalışmaları hızla devam ediyor. Biz gittiğimizde kazı çalışmasının başında yer alan genç bir arkeolog tarafından karşılandık ve bu kıymetli bilgileri bize aktardı. İşini severek yapan böyle idealist gençleri görünce, geleceğe dair umutlarımız tekrar tekrar yeşerdi.

Antik kentin içine araçla girme imkânı yok. Ana kapı önünde aracınızdan inip biraz yol yürümeniz gerekiyor. Biz bu yolda yürürken, o yılları, tarihi süreçte yaşananları ve idealist gençlerin yolumuzu aydınlatan çabalarını düşündük.

Gaziantep çoğunlukla yeme-içme turlarının gözdesi durumunda. Buna elbette sözümüz yok. Fakat gidip görüp keşfedince anladık ki, bu şehir yemeklerinin çok ötesinde önemli bir tarihe ev sahipliği yapıyor. Mutlaka gidin, mutlaka görün.

Fotoğraflar: Gonca SAĞLIK, Çağrı SAĞLIK
Yazı: Gonca Sağlık

Exit mobile version