Sagalassos

Işık halkının efsanevi kenti

Sagalassos

Ne yalan söyleyelim, Sagalassos Antik Kenti ile buluşmadan önce buranın bu denli güzel ve ilgi çekici olabileceğini bilmiyorduk. Sagalassos’un, Türkiye’nin en önemli antik kentleri içerisinde, Efes harabelerinden sonra 2. gelmesi de dikkatimi çekmişti. Ancak yine de bu kadarını beklemiyordum.

Sagalassos Nedir?

Sagalassos Antik Kenti bizce, Türkiye’nin sahip olduğu en önemli antik kentlerin başında gelmekte. Bunun sebeplerini ilerleyen satırlarda göreceksiniz. Tarihsel anlamda bakacak olursanız, Pisidia bölgesinin en önemli kentlerinden birisidir. Yağmacılık ve soygunculuk ile geçimlerini sağlayan Luwi’lerin, yerleşik hayata geçtikten sonra en gurur duydukları kentleridir. Burada bir parantez daha açalım. Luwi’lerin (veya Luvi’lerin) kendi zamanlarının ilerisinde bir ırk olduğu birçok yazılı kaynaktan (ağırlıklı olarak Hattilerden) doğrulanıyor. Anne, Atta ve Pati kelimelerinin Luvice olduğu ve asıllarının Anni, Atti ve Pati olduğunu öğrenmek benim için de ilginç olmuştu. Luviler aynı zamanda Anadolu’nun en eski yerleşik halklarından sayılmakta. İşte Sagalassos da onların en güzel kentlerinden birisi.

Sagalassos Antik Kenti

Sagalassos’a nasıl gidilir sorusunun cevabına gelecek olursak. Sagalassos antik kentine ulaşmak için önce Burdur’un Ağlasun ilçesine gidiyoruz. Oradan da Sagalassos kentinin bulunduğu Ağlasun dağına tırmanışa geçiyoruz. Yolda bizi önce Sagalassos Lodge & SPA oteli karşılıyor. Buradan da yaklaşık 4,5 km sonra şehrin ana caddesi hizasına kurulan seyir terası ve antik kent biletli girişine geliyoruz. Müze kart ile giriş yapabiliyorsunuz. Eğer kartınız yoksa, buradan alabiliyorsunuz. Taurus (Toros)’ların üzerinde bulunan kentin kurulumu 1400-1650 metreleri arasında yer alıyor.

M.Ö 12,000’den

“M.Ö 12,000 yıllarında bölgede toplamacı/avcı insanların varlığı biliniyor. Ancak bu bölgede bir yerleşim ismine ilk olarak Hitit kaynaklarında ve “Salawassa” adı ile rastlandığında tarihler M.Ö. 1400’lü yılları gösteriyor. Hititler bir mektupta “Salawassa”nın Luwi’lerin dağ kalesi olduğunu yazıyor. Sagalassos’un hemen burnunun dibinde (1,9 km ötesinde) Düzen Tepe adı verilen ve aynı döneme tarihlenen ikinci bir şehrin varlığı biliniyor. Her iki kent de aynı şeylerden (tarım ve çömlekçilik) geçimlerini sağlamakla birlikte Sagalassos’daki yapıların zarifliği ve el işçiliği, Düzen Tepe’dekiler ile uyuşamayacak kadar zıt.” Bunlar bizim değil, kazıların yönetimini yapan Prof. Marc WAELKENS’e ait değerlendirmeler.

Kısaca Sagalassos Tarihi

Kısa bir tarihçe verecek olursak, şehir M.Ö 1000’lerde Frigler, M.Ö 700’lerde ise Lidya Krallığı sınırları içerisinde kalıyor.  Daha büyük şehir olan ve Sagalassos’un sadece 1,9 kilometre ötesinde bulunan Düzen Tepe’nin işsiz kıldığı Sagalassos’lu gençler Pers krallarının paralı askeri olarak savaşmaya başlıyor. Şehir, nihayetinde Perslerin emri altına giriyor. İşte tam da bu dönemde şehrin Grek kültürü ile ilişkisi başlıyor. Büyük İskender’in M.Ö 332 yılında oldukça zorlanarak ele geçirdiği Sagalassos ve boyun eğmez halkı bu tarihten itibaren farklı bir değişime uğruyor. Suriyeliler (Seleucid) ve Bergamalı Attalid’ler tarafından işgal edilse de M.Ö 2. Yy.’da komşu şehir Düzen Tepe tamamen boşalırken, yaşamına devam etmesini biliyor.

Roma devreye giriyor

M.Ö 133 yılında ise Roma’nın emri altına giriyor. Ancak Sagalassos’u her şeyden öte etkileyen şey, Roma’nın getirdiği düzen ve huzur oluyor. Oldukça geniş tarım alanına hükmetmeye başlayan Sagalassos, Zeytin ve tahıl üretimi ile, Büyük Roma’nın ticaret ortaklarından biri haline dönüşüveriyor. Sagalassos’un çömlekçiliği de gelişmeye ayak uyduruyor ve Roma sınırlarında aranan bir ticari mal haline geliyor “Sagalassos kırmızı kil çömlekleri”. Önce Hellenleşen, ardından Romalı olan Sagalassos’un en büyük değişimi, M.S. 400 lerde şehrin Hristiyanlığı kabul etmesi olmuş.

M.S. 500’lerde ilk depremi yaşayan Sagalassos’un düşüş dönemi M.S. 550’lerde yaşanan salgın hastalık ile belirginleşiyor. Ciddi nüfus kaybına uğrayan şehir, kendini düzeltmeye çalışırken M.S. 590’da gerçekleşen ikinci büyük deprem ile kaderine boyun eğer ve İskender Tepesi olarak adlandırılan kısımda ufak bir nüfusun köye dönüşmüş yaşamına kalır. M.S. 1250’lerde ise, zaten bugünkü Ağlasun’a yerleşip, kervansaray ve hamam kuran Selçuklular tarafından tamamen yıkılır.

Gelelim Sagalassos Kalıntılarına

Bundan sonra doğa görevini yapar ve şehir unutulur. Ta ki 1706 yılında XIV. Louis’in görevlendirdiği Paul Lucas’ın buradan geçerken keşfetmesine kadar. Ancak buranın Sagalassos olduğunu 1824 yılında F.V.J. Arundell belirlemiş. O dönem, en iyi korunmuş Roma kenti ünvanını da kazanan Sagalassos, 1800’lerin sonunda Efes, Bergama ve Milet’in bulunmasıyla bir anda tekrar unutulmuş. Modern kazılar 1972 yılında başlasa da esaslı çalışmalar 1991’de Profesör Walkeens ile başlamış ve halen devam etmekte.

Bulutların Kenti Sagalassos, dokunulmamış hali ile bölgenin son 10,000 yılına ışık tutarken, biz de size, buraya gelince göreceklerinizi kısaca anlatalım. Biz kısaca anlatacağız ama siz gezerken en kısası 1 en uzunu ise yaklaşık 4 saat sürecek bir yürüyüş yapacaksınız. Yanınızda su mutlaka bulunsun. En azından Helenistik çeşmeye kadar idare edecek kadar. Orada buz gibi kaynak suyundan doldurursunuz.

Gezmeye başlayalım

Gezmeye başladığınız nokta, aynı zamanda da giriş noktası olan şehrin Doğu kanadı. Buradan girdiğinizde şehri bir anlamda ikiye ayıran ve Necropolis’e yani mezarlıklara giden yol üzerinde olacaksınız.

Yolda 100-150 metre ilerledikten sonra sağınızda Odeon’u (Kapalı Tiyatro/ No:8) göreceksiniz. Buranın ilk yapımına başlanma zamanı olarak M.Ö 27-M.Ö 14 yılları arası İmparator Augustus zamanı olduğu belirlenmiş durumda. Ancak bitişi M.S. 200’lere kadar gitmiş. Doğu kapısı halen ayakta. Batı kapısı artık yok. Odeon yaklaşık 1500-2000 kişilik. Kesin bir bilgi yok çünkü tüm oturma taşları geç-antik dönemde sökülmüş. Bugün gördüğünüz hali M.S. 6. Yy’a ait görüntüsü. Büyük ihtimalle, bina tamamlandıktan sonra, belediye meclisi toplantıları da burada yapılmış. 3 metrelik bir heykel olduğu düşünülen Tanrıça Demeter’in heykelinin baş kısmı bugün Burdur Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.

Sırtınızı Odeon’a verip…

Odeon’a sırtınızı verip Güney tarafa baktığınızda gözünüzün önüne gelen kısım Roma hamamı ve İlk hamamdır. (No:9) Burası, bu şehri önemli kılan noktalardan bir tanesi. Çünkü buradaki ilk hamam, tipik bir İtalyan hamamıdır. Emsal örneğine Pompeii’de rastlanmakta. Bu hamam İmparator Augustus döneminde M.S 10-30 yılları arasında yapılmış. En önemli özelliği ise, Anadolu’da bulunan Roma hamamlarının en eskisi olması. İmparator Augustus döneminde buraya Güney İtalya’dan savaş gazileri yerleştirildiği için böyle bir hamamın yapılmış olabileceği düşünülüyor.

Hamamın Mermer Salonu veya İmparatorluk Salonu ise devasa heykellere sahipmiş. Bugün bunlardan bazıları parça parça da olsa Burdur Arkeoloji Müzesinde sergileniyor. Hristiyanlık ile birlikte, bu noktada da bazı değişiklikler yaşanmış. Hatta heykellerin bir kısmı kireç elde edebilmek için Sagalassos terk edilirken yakılmış.

Burada yol sizi bir tercihe mecbur bırakacak. Ya yoldan yürümeye devam ederek Stadyum ve Nekropollere doğru gideceksiniz, ya da sonradan konulan metal bir merdivenden inerek kendinizi alt agorada bulacaksınız. Biz önce yoldan yürüyerek Kuzey ve Batı Nekropollerine gittik.

Batı Nekropolü

Batı Nekropolü, Stadyuma (No:17) uzanan yol üzerinde yolun sağında kalan kısımda bulunan lahitlerin bulunduğu yaklaşık 5 hektarlık alanmış. Kuzey Nekropolü ise dağın neredeyse düz olan taş yüzeyine yontularak yapılmış, geneli Hristiyanlık öncesi küllerin gömüldüğü ufak kaya mezarlarından oluşuyor. Ölülerin yakılması sonucu kalan kemikler ve küller bir kap içinde kaya mezarlara yerleştirilerek üzeri taşla kapatılırmış.

Mezarlığın olduğu yerde ibadet yeri de olmalı değil mi?

İşte buradan, kaya mezarlarını karşımıza alıp sağ yoldan devam edince hafif bir yokuşu tırmanıp kule gibi bir yere (No:14/Kuzey Heroon)ve önünde bulunan Dor Tapınağına (No:16) gelmiş olacaksınız. Tapınak Dor tarzı yapılan bir tapınak. Heroon ise şehrin önde gelenlerini hatırlamak adına yapılan anıt eserler. Kimi zaman bu kişilerin mezarları da bu heroonlarda bulunurmuş. Buradaki oldukça önemli birisi olmalı zira çok güzel bir işçilik ile yapılmış. Duvar üzerindeki işlemeler ve kişinin heykelinin baş kısmı yine Burdur Arkeoloji Müzesinde. Daha sonra şehir duvarı ile birleştirilip kule olarak da kullanılmış.

Yol sağa doğru kıvrılarak sizi Üst Agora’ya getirecek (No:12) Burada, Sagalassos’un belki de en önemli eseri olan Antoninler Çeşmesi (No:13) Şehrin ilk Hristiyan bazilikası ve eski belediye meclisi olan Aziz Mikael Bazilikası (No:15) ve meclis binasını (No:11) göreceksiniz.

Macellum

Buranın bir kademe altında ise Macellum (No:10) yani gıda pazarı bulunuyor. Üst Agora özellikle depremlerden sonra, Pazar yeri olarak kullanılmaya başlanmış.

Doğu kanadına devam ettiğiniz zaman önce Helenistik bir çeşme ve hemen yanında, buranın çatılı tek binası göze çarpıyor(No:19). Çatılı bina aslında burada bulanan Neon Kütüphanesini korumak için yapılmış. Kütüphaneyi yaptıran Neon ve Hristiyanlar tarafından sanatı yıpratılmış olsa da Truva Savaşı kahramanı Achilles’i resmeden sanatçı Dioskoros, isim ve imzalarından ötürü günümüze ismini duyurabilmiş durumda. Kütüphanenin tabanındaki yarık ise 2. depremin izlerini bize sergiliyor.

Helenistik çeşmeden suyunuzu içip bu muhteşem kütüphaneyi de gezerek tepeye tırmanmaya devam ederseniz karşınıza dünyanın en yüksek alanına yapılan antik tiyatro çıkacak. (No:20) İmparator Hadrian, Sagalassos’u tüm Psidia’nın kült kenti ilan edince, buraya 9,000 kişilik tiyatro yapılmış. Biz de bu tiyatroya bakıp, şehrin nüfusu 30-35 bin olmalı diye düşünürken, yerel halkın sadece 5000 kişi olup, tiyatronun Pisidia’dan gelenler için yapıldığını öğrendiğimizde şaşırmıştık.

Buradan şehre bakmak size muhteşem bir görüntü sunacak.

Yokuştan aşağı

Yokuş aşağıya devam ettiğinizde kendinizi tekrar hamamların olduğu noktada bulacaksınız. Merdivenler ile aşağıya indiğinizde Hadrian Çeşmesi, Apollon Tapınağı, Aşağı Agora, Tiberium Kapısı, Sütunlu cadde, Erken Bizans Surlu yol ve güney giriş kapısı ile Hadrian ve Antoninus Pius Kült alanına geleceksiniz. İşte bu bölge, 600 – 1300 lü yıllar arasında, yani şehrin ikinci deprem sonrası terkedilip köye dönüştüğü dönemden, köyün Selçuklular tarafından yıkıldığı döneme kadar insanların yaşadığı bölge.

Tüm şehri gezdiğiniz takdirde, değişik dönemlerin ve karma ırkların yaşadığı bu şehirde yaşanmışlıkları daha net anlayabiliyorsunuz. Ufak bir kaleden Roma’nın ticaret ortağı lüks bir şehre, oradan da yıkık harabe bir köye dönüşüm. Hatta yüzyıllar süren unutulmuşluk. Yaşamın anlık olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz.

Sonuç olarak

Konaklama için kuşkusuz tercihiniz Sagalassos Lodge olmalı. Bu kadar huzurlu bir oteli, böylesine güzel bir ortamı, normal bir zaman ve yerde bulmak zorken, böyle bir yerde bulmak ayrı bir mucize. Sadece Sagalassos için değil, kafa dinlemek için bile gidilecek bir yer.

Özellikle yaz aylarında ve yine özellikle hafta içlerinde giderseniz, hem otel hem de antik kent için rahat bir gezi yapabilirsiniz.

Fotoğraflar : Çağrı Sağlık, Tuğrul Sağlık

Exit mobile version