Gezerken

Göcek

Göcek

Ülkemizin dört bir yanı cennet de Göcek bir başka güzel…Bu cümlenin abartılı olmadığını ancak Göcek’e gittiğinizde anlayacaksınız.

Biz 4 arkadaş 2 gece 3 günlük bir programla gittik Göcek’e. Yaz aylarında sıcakların üst seviyelerde seyrettiğini ve gezmenin mümkün olmadığını öğrenince zaman tercihimizi Ekim ayından yana kullandık. Yaz mevsimindeki insan kalabalığı, o güzelliklerin tadını çıkarmamıza engel olabilirdi. Hemen yazının başında söylemeliyim, Ekim çok iyi bir

tercihmiş, deniz suyu sıcaklığı inanılmaz güzeldi. Koylar sakin, etraf sessiz. İnsan bir tatilden başka ne isteyebilir? Uçak biletlerimizi Temmuz’da almamıza rağmen hiç de ucuz olmadığını gördük. Gidiş için promosyon bilet bulduk fakat dönüşümüzün Pazar akşamı olması sebebiyle dönüş biletlerinin oldukça pahalı olduğunu belirtmeliyim. Cuma sabah 06:15 uçağıyla Dalaman’a indik. Önceden ayarladığımız araç bizi bekliyordu. 20 dakikalık bir yolculuktan sonra otelimize vardık. Göcek konaklama konusunda çok seçenek sunmuyor. Herkesin malumu oldukça pahalı 2 otel var. Bunların yanında butik oteller ve kiralık villalarda kalmak mümkün. Göcek mavi tur durağı olduğu için koylarda teknelerde kalanlar da olduğunu belirtmeliyiz.

Biz, Renka Hotel&SPA’yı tercih ettik. İyi ki de öyle yapmışız. Hep denir ya, kendimizi evimizde hissettik. İşte tam da bu tabiri yaşadık. Tertemiz ferah odaları, lezzetli yemekleri, taş binası, nar ağaçları ve begonvillerle kaplı tertemiz havuzu ve güler yüzlü muhteşem ekibiyle Renka Hotel&SPA aileler için çok doğru bir tercih. Oteli tercih edeceksiniz gidin ismimizi verin, gerisini muhteşem ekibe bırakın. Ekim ayı olduğu için bölgedeki nar ağaçları kocaman kırmızı narlarla kaplı. Otelin ortağı Erdal Bey elleriyle topladığı narları hediye etti. Dönüşte çocuklarımıza mis gibi taze narlar getirdik.

Nerede kalmıştık?

Otele vardık, enfes bir kahvaltı sonrası aracımıza atlayıp Kaya mezarlıklarını görmek için bizi bekleyen teknemize doğru yola çıktık. Muhteşem Kaya Mezarlıklarını görmek için tekneye binmek durumundasınız. Yolculuk başlar başlamaz muhteşem manzaralar kendini göstermeye başladı. Kayaların zirvesinde tüm haşmetiyle boy gösteren Kaya Mezarlıkları görülmeye değer. Tekneyi yanaştırıp bol bol fotoğraf çekmenizi tavsiye ediyoruz. Bu muhteşem görsel şölenden sonra Kaunos Antik Kentini gezmek üzere Dalyan’a doğru yola çıktık. Kaunos’a ayrı bir yazıda değineceğiz. Yol boyunca sazlıkların arasından geçerken suyun deniz değil de göl suyu olduğunu düşüneceksiniz…Suyu o kadar temiz, sakin ve berrak.

Bölge hep koylardan oluştuğu için görmek istediğiniz yerlere kolay ulaşmak imkânsız. Tekne bizi minik bir iskelede bıraktı ve 15-20 dakikalık bir yürüyüşten sonra bu açık hava müzesine ulaştık. Girişte müze kart geçiyor. Sagalassos ve Efes’ten sonra gördüğüm en güzel antik kent işte burada. Hatta Efes’in sıralamadaki yerini değiştirebilirim. Gezmeye başlıyoruz. Zeytin ağaçları ve muhteşem deniz manzarası eşliğinde ilerliyoruz. Agora oldukça bakımlı fakat antik tiyatroya çıkmak biraz çaba gerektiriyor. Levhalarla yön belirtilmemiş. Biraz tecrübe gerektiren bir parkur.

Ekim ayı olmasına rağmen çok sıcak ama etrafta dolaşan keçi sürüsü sizi mest edince sıcağı unutuveriyorsunuz.
Antik şehirden kaybolmadan çıkmayı başarırsanız, teknenin sizi beklediği yere ulaşacaksınız.  Tekne sizi bıraktığı yerde değil, kentin diğer ucunda bir koyda bekliyor. Tekneye ulaşmak için geçtiğiniz yollar ise efsane güzellikte.


Yine muhteşem manzaralar eşiğinde İztuzu Plajına doğru yola çıkıyoruz. Plaj tamamen dolu, insanlar Ekim ayının güzelliğini yaşıyorlar. Tekneden iniyoruz, kumsalda ilerleyerek Caretta Carettaları görmeye gidiyoruz. Caretta Carettalar Mayıs’tan Eylül’e kadar uzanan dönemde saat 20:00-06:00 arası plaja yumurtalarını bırakıyorlar. Caretta Carettaları ve yumurtalarını korumak adına bu saatlerde plaja girmeyi yasaklamışlar.

Dalyan

Biraz yürüdükten sonra kaplumbağa rehabilitasyon merkezine ulaşıyoruz. Rehabilitasyon merkezinde pervanelerden, oltalardan yaralanmış, genel olarak insanlar tarafından zarar görmüş kaplumbağaları iyileştiriyorlar ve ziyarete açık. Çok tatlı bir gönüllü genç kız bizi bilgilendiriyor. Böyle güzel yürekli insanlar iyi ki varlar diyerek tekneye geri dönüyoruz. Dalyan’ın muhteşem sularını izleyerek öğle yemeği için Ortaca’ya ulaşıyoruz. Çam ağaçlarının altında, kedilerin tavukların bahçesinde koşturduğu hoş bir mekânda öğle yemeğimizi yiyor ve Kayaköy’e (Karmylassos) doğru yola çıkıyoruz. Kentin tarihi geçmişinin M.Ö. binlere kadar gitmesine rağmen günümüze kadar ulaşan az sayıdaki lahit ve kaya mezarları M.Ö. 4. yy.’a tarihlenmiş. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında bölgede yaşayan Rumların Yunanistan’daki Türkler ile mübadele edilmesi sonucu evler boşaltılmış, yapıların ahşap unsurları doğal etkenler sonucu tahrip olarak kent bugünkü görünümünü almış. Yapıları inceledikten sonra aracımıza binip Fethiye’ye doğru yola çıkıyoruz.

Fethiye

Fethiye’de standart bir tatil kasabası olmanın ötesinde bir özellik yok. O çok meşhur Ölüdeniz manzarasını ise maalesef göremedik. Manzara için uygun saat aralığında yamaç paraşütü yapmak şartmış. Ona da cesaret edemedik. Daha önce bu yöreye gelmiş olan arkadaşımızın tavsiyesiyle rotamızı Üzümlüköy’e çevirdik. Ne iyi etmişiz…Köye gittiğimizde gün akşama dönmek üzeriydi. Köylüler evlerine çekilmiş, sokaklar sessizliğe bürünmüştü. Muhteşemdi… Dar sokaklarda dallarından narların adeta taştığı ağaçları büyük heyecanla seyrediyorduk ki köylü bir amca bize o narlardan ikram etti. Ellerimizde pembeli kırmızılı narlarla soluğu köy kahvesinde aldık. Narlarımızı kahve eşliğinde yedikten sonra Göcek’e otelimize doğru yola koyulduk. Bu kısa köy ziyareti hafızalarımızda uzun süre unutulmayacak bir yer edinmişti bile…

Yeme İçme

Otele dönünce biraz dinlenip akşam için merkeze indik. İndik dediğime bakmayın Renka Hotel&SPA’dan merkeze yürümek 10 dakika. Yeme-içme konusunda seçeneğiniz çok. Malum deniz kıyısı ve balık lokantaları revaçta. Fakat pideciden dönerciye tostçuya kadar seçenek bol. Göcek küçük bir yer, ucuz olur algınız varsa hemen yok edin. Zira fiyatlar İstanbulla yarışır vaziyette. Zaten çarşıdaki büyük marketler ve mağazalar İstanbul’un lüks semtlerinde görmeye alıştığımız isimler. Biz akşam yemeği için her tür mutfağı servis edebilen West Cafe Bistro’yu tercih ettik. Aman önceden rezervasyon yaptırın zira çok kalabalık. Haliyle servis yavaş fakat yemekler lezzetli.

Göcek’te salatalar bir başka güzel. Bunun sebebi hiç şüphesiz nar ekşisi. Dört bir taraf nar ağacıyla dolu olunca buna şaşırmıyoruz ama fiyatı duyunca şaşırıyoruz. Bir küçük şişe nar ekşisi 100 tl’den başlıyor. Ne demişler, taş yerinde ağırdır. Uçakta cam şişe taşıma riskini göze alamadığımız için soruyoruz; İstanbul’da Kuruçeşme’de aynı ürünleri temin edebileceğimiz mağazalarının olduğunu öğreniyoruz.

Yemekten sonra otele geliyoruz. Ekim ayının tatlı serinliğine havuz başında yakılan şöminenin çıtırtısı eşlik ediyor.
Ertesi sabaha mis gibi havada, serin rüzgârda begonvillerin kokusuyla uyanıyoruz. Benim gibi erken uyanmayı sevenlerdenseniz, Renka Hotel&SPA’nın zeytin ağaçlarıyla çevrili çevresinde küçük bir yürüyüş yapabilirsiniz. Otel ücretsiz bisiklet hizmeti de sunuyor. Sabah bisikletle sahile inip tur atabilir, keyfini çıkarabilirsiniz. Göcek o kadar küçük bir alan ki, bisikletle her türlü işinizi görebilirsiniz. Yürüyüş sonrası otelde el yapımı doğal ürünlerle dolu sofrada kahvaltımızı ediyor; temin ettiğimiz erzaklarımızla Göcek iskeleye iniyoruz. Önceden rezervasyon yaptığımız teknemiz bizi bekliyor. Göcek denince akla gelen şeyi işte şimdi yapacağız. Tekneyle açılıp o muhteşem koylara demir atacağız…

Ve Tabii ki Tekne…

Yola çıkıyoruz. Tekneyi kullanan kaptan aynı zamanda teknenin sahibi. Ailece bu işi yapıyorlarmış. Sezon boyunca çalışıp, kışın dinlendiklerini söyledi. Hemen belirtelim, teknede yemeği sizin için pişiriyorlar. Yiyecekleriniz ve içecekleriniz de fiyata dahil. Sofranız hazır kuruluyor, size de teknede keyif yapmak kalıyor. Görevli arkadaş bizi en sakin ve denize girmek için en uygun koylara götürdü. Denizin turkuaz görüntüsünü, suyun içinde net bir şekilde gördüğünüz balıkları ve suyun sıcaklığını anlatabilmem pek mümkün değil.

Açık denizde yeşilliklere karşı pırıl pırıl sularda yüzüyorsunuz, Ekim’in yakmayan güneşi ve sessizlik. Bu mevsimi tercih ettiğimize gerçekten bir kere daha seviniyoruz. Zira yazın bu koylarda kalabalıktan denize girilecek yer bulmak mümkün olmuyormuş.

Taşyaka (Bedri Rahmi Koyu)

Önce Bedri Rahmi koyuna demir atıyoruz. Koyun asıl adı Taşyaka. Bedri Rahmi Eyüboğlu bir mavi tur sırasında uğradığı bu koyda, tepedeki taş kayalıklara bir balık resmi çiziyor. Çizdiği resim balık gibi görünse de içinde 6 tane hayvanı tasvir ediyor. Koyun adı o günden beridir Bedri Rahmi olarak anılmaya başlamış.
Bir diğer önemli koy ise Kleopatra Hamamı Koyu. Hikâyeye göre, Mısır kraliçesi Kleopatra Akdeniz kıyılarını ziyarete çıkmış. Bu ziyarette arkadaşları Kleopatra’ya bir hamam yapıp hediye etmişler. Bu koyda sıcak su kaynaklarının olduğu bilinmekte. Bu suyun cilde çok iyi geldiği ve Kleopatra’nın cildinin güzelliğini buradan aldığı rivayet edilmekte. İçinde batık hamamı barındıran tarihi kalıntıların yer aldığı mavi ve yeşilin bir arada bulunduğu bu koya uğramanızı tavsiye ediyoruz.

Vaktiniz bolsa ve uzun kalacaksanız 12 Adalara düzenlenen turlara da katılabilirsiniz. Zaman benim için önemli diyorsanız, rehberinizin eşliğinde önemli bazı koyları gezebilir, denizin keyfini çıkarabilirsiniz.

Dönmesek mi?

Göcek-İstanbul uçağımız Pazar akşamı olduğu için son günü tamamen Göcek’in merkezini keşfe ayırdık. Otelde havuz, güneşlenme, masaj ve hamam isteyenler için seçenekler de mevcut. Yazarın size önerisi ise Pazar sabah herkes uyurken ve etraf sakinken bu güzel beldenin tadını çıkarmanız. Otelden sahile inip boylu boyunca yürüyoruz. Etraf tertemiz, binalar temiz ve bakımlı. Yol üzerinde Göcek’in yerli halkının yaşam tarzını görebileceğiniz yerleşim alanları var. Keyifle yürüyüş yapıp soluğu hemen merkezdeki dondurmacıda alıyoruz. Methedildiği kadar var. İstanbul’da yediğimiz İtalyan dondurmalarına elveda diyeceğiniz bir lezzetle karşılaşacağınıza şüpheniz olmasın. Dondurmacı Ekim sonunda kapanıyormuş. Biz ucundan yakalamanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Göcek’in en meşhur bölgelerinden biri de D-Marin bölgesi. Akıl almaz lüks teknelerin olduğu bu bölgede bir de otel var. Sahili ise görülmeye değer. Kumların Mısır’dan geldiği söyleniyor. Doğal kumsal olmasa da şahane bembeyaz, deniz pırıltılı turkuaz renginde. Giriş oldukça pahalı olsa da burada bir gün geçirmeye değebilir.
Yürüyüşünüz bittiyse ve günlerden Pazar ise yöresel Göcek pazarına uğramadan dönmek olmaz. Taze sebzeleri, meyve ve limonları alıp İstanbul yolculuğuna hazırlanıyoruz.

Kalabalık tatillerden, insanlarla omuz omuza gezmek zorunda olduğunuz caddelerden, eller havaya tarzı gürültülü eğlence anlayışıyla dolu beldelerden sıkılıp yorulduysanız; Göcek tam size göre..

Gonca SAĞLIK

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu