Köşe Yazısı arşivleri - Turrehberin.com https://www.turrehberin.com/kose-yazisi/ Her an elinizin altındaki rehber Thu, 17 Aug 2023 10:49:49 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.turrehberin.com/wp-content/uploads/2016/07/cropped-favicon-32x32.jpg Köşe Yazısı arşivleri - Turrehberin.com https://www.turrehberin.com/kose-yazisi/ 32 32 Adana günübirlik nasıl gezilir? https://www.turrehberin.com/adana-gunubirlik-nasil-gezilir/ https://www.turrehberin.com/adana-gunubirlik-nasil-gezilir/?noamp=mobile#respond Thu, 17 Aug 2023 07:45:45 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=18070 Günübirlik Adana Gezisi Bu yazımızda sizlerle Adana’ya gideceğiz. Adana’yı bir günde nasıl gezebilirsiniz, Adana’da gezilecek tarihi yerler neresidir, Adana’da nerede ne yenir, Adana’da bir günde neler yapılır gibi aklınıza takılan hemen her soruya cevap vereceğiz. Yazımızın sonunda bizimle birlikte gezmek istersiniz diye günübirlik Adana gezimizin videosunu da ekledik. Bizim neler deneyimlediğimizi videomuzu izleyerek görebilirsiniz. Hazır …

Adana günübirlik nasıl gezilir? yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Günübirlik Adana Gezisi

Bu yazımızda sizlerle Adana’ya gideceğiz. Adana’yı bir günde nasıl gezebilirsiniz, Adana’da gezilecek tarihi yerler neresidir, Adana’da nerede ne yenir, Adana’da bir günde neler yapılır gibi aklınıza takılan hemen her soruya cevap vereceğiz. Yazımızın sonunda bizimle birlikte gezmek istersiniz diye günübirlik Adana gezimizin videosunu da ekledik. Bizim neler deneyimlediğimizi videomuzu izleyerek görebilirsiniz.

Hazır mısın Adana? Turrehberin geliyor.

Biz Adana’ya sakin olacağını düşünerek hafta içi gitmeyi planlamıştık. Üstelik bu kez hep yaptığımızın tersine günübirlik bir gezi yapacaktık. Nasıl olur, yetiştirebilir miyiz soruları kafamızda gezerken, doğru planlamayla kafamızdaki şehir gezisinin ilk aşaması olan uçak biletlerimizi aldık. THY’den aldığımız biletler sabah 07:20 gidiş, akşam 21:00 dönüş şeklindeydi.

Bilet kısmını çözdükten sonra sıra Adana için bir gezi rotası oluşturmaktaydı. Sıkı bir çalışma sonrası Adana’da gezilecek yerler nerelerdir belirledik. Günübirlik bir gezi yapacağımız için Adana merkezde nereler gezilir diye düşünerek bir liste çıkardık ve bu gezi noktalarını haritamız üzerinde işaretledik. Bir anlamda sizin okuduğunuz bu yazı gibi kendimize özgü bir Adana gezi rehberi oluşturduk. Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın şehrin merkezinde olması günübirlik gezi için büyük kolaylık sağlıyor. Bizim gezi yaptığımız tarih olan Aralık 2022’de şehrin yeni havalimanının inşaatı henüz devam ediyordu. Yeni havalimanı şehre daha uzak olacağından bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekiyor diye düşündük. Uçuş günümüz geldi çattı ve heyecanla beklediğimiz günübirlik gezimiz başladı.

Adana’da bir günde neler yapılır?

Uçağımız İstanbul‘dan tam vaktinde kalktı ve biz 08:30’da Adana’daydık. Günübirlik gezilerin en güzel yanlarından biri de yanınızda valizinizin olmayışıdır. Uçaktan iner inmez bavul sırası beklemeden taksiye bindik ve gezimiz başladı. Alandan Büyük Saat Kulesi’nin de yer aldığı merkeze on dakikada ulaştık ve karşılığında 35 TL taksi ücreti ödedik. Bu muhteşem.

Şehrin eski bölgesinde yürümeye başlıyoruz. Sabah saatlerinde tüm esnafın güne hazırlanışlarına tanık oluyoruz. Bizim dikkatimizi sıra sıra dizilmiş kuyumcular çekiyor. Bu kadar gösterişli altını başka yerde görmedik desek abartmış olmayız. Adanalılar altını çok seviyor.

Adana Eski Meydan Bölgesi

Altınlardan gözlerimiz kamaşarak ilerliyor ve Kemeraltı Camii’ni görüyoruz. Seyhan ilçesinin en eski kavşaklarından birinde yer alan cami, Ramazanoğulları Beyliği Dönemi’nde 1548’de yaptırılmış. Tek minareli yapı kare plandan oluşuyor. Camii bulunduğu yer itibariyle Tarsuskapı Camii olarak da biliniyor. Caminin etrafı ayakkabı boyacı ve tamircileriyle dolu. Şehrin dokusunu özümseyerek yürüyoruz ve bir de güzel yağmur başlıyor. Adana bizi yağmurla karşıladı. Aralık ayı olmasına rağmen havanın İstanbul’a göre oldukça ılık olduğunu belirtmeden olmaz.Adana Kemeraltı Camii

Kemeraltı Camii’nin karşısında yer alan Mestanzade Hamamı’na geliyoruz. Tarihi hamam Ramazanoğlu Hacı Mahmut Ağa tarafından yaptırılmış. Küçük Saat Meydanı’ndaki bu güzel yapı Adana’nın dört önemli hamamından biri.

Buradan karşıya geçiyor ve ara sokaklarda yürüyerek Bebekli Kilise’ye geliyoruz. Özellikle yabancı turistlerin mutlaka ziyaret ettiklerini öğrendiğimiz kilisenin resmi adı Aziz Pavluv Katolik Kilisesi. 1880-1890 yılları arasında yapılan kilise adını ön üst cephesinde yer alan tunçtan yapılmış Meryem Ana heykelinden almış. Bu heykeli bebeğe benzettikleri için bu ismi koymuş olmaları muhtemel. Fakat yakından bakınca biz benzetemedik.

Yağ Camii

Kilisenin bahçesine girip biraz gezdikten sonra kebap kokulu sokaklarda yürümeye devam ediyoruz. Saat sabahın erken saatleri, bu koku ne diyecek oluyoruz ki 05:00’de açılan kebapçılarda sabah kahvaltısı yapıldığını öğreniyoruz. Kahvaltıda et yeniyor. Bu durum Adana için gayet normal. Şehrin eski merkezinde yürüyor ve Eski Çarşı’da yer alan Yağ Camii’ne ulaşıyoruz. Bu yapı aslında Saint Jacque adına yaptırılmış bir Haçlı Kilisesi. Sade bir mimari tarza sahip yapı 1501 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından camiye çevrilmiş. Avlusu o kadar huzur veriyor ki bir süre burada dinleniyoruz. Camiinin olduğu sokakta bir dönem yağ pazarı kurulurmuş, Yağ Camii ismini de bu pazardan almış.

Adana Yağ Camii

Yağ Camii’nden Büyük Saat Kulesi’ne doğru yürümeye başlıyoruz. Sağlı sollu dükkanlarda Adana işi kumaşlar ve bolca şalvar görüyoruz. O meşhur şarkıda söylendiği gibi: “Adana’ya gidek mi, şalvarından giyek mi?” Bu çarşı şarkı sözlerini doğrulamak istercesine şalvarla dolu. Adana gezimiz boyunca bu sözleri mırıldandığımızı da eklemek isterim. 😊

Büyük Saat Kulesi

İşte karşımızda Büyük Saat Kulesi. Adana’nın sembolü, kentin eski merkezinin de merkezi olan 32 metre yükseklikteki saat kulesi Ulu Camii mahallesinde yer alıyor. Tarihi yapılar arasında boy gösteren kulenin inşaatına dönemin Adana valisi Ziya Paşa zamanında başlanmış. Klasik Osmanlı mimarisi ile tasarlanan kulenin dört tarafında da saatler bulunuyor. Meydanlardaki çeşmeler ve saat kuleleri Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle 2. Abdülhamid zamanında bir çeşit modernleşme hareketidir. Şehirlere başka bir anlam katabilmek için yapılan saat kulelerine en güzel örneklerden biri de hiç şüphesiz ki Adana Büyük Saat Kulesi’dir.

Büyük Saat Kulesi

Kazancılar Çarşısı

Kuleyi, hemen yanındaki hamamdan gelen sıcak dumanlar eşiğinde seyrediyor, sonrasında ciğer dumanlarının sisi altında kalan Kazancılar Çarşısı’na geliyoruz. Satır kıymasından kebapların büyük bir afiyetle yendiğini, koca koca bakır kazanların ne büyük emekle kalaylandığını görüyor; dükkanlarda sergilenen dev boyutlu kazanları hayretle seyrediyoruz. Anadolu’daki kapalı çarşı geleneğinin en güzel örneklerinden biri olan Tarihi Kazancılar Çarşısı, asırlar öncesinden günümüze ulaşan önemli değerlerden biri olarak özellikle yerli turistlerin ilgisini çekmeye devam ediyor.

Çarşıda gezdikçe Adana’da olduğumuzu iyice idrak ediyoruz. Büyük keyifle geziyor ve günün ilk molasını çarşı içindeki bir çay evinde veriyoruz. Demli bir çay içiyoruz, karşıdaki lokum imalathanesinde çalışanlar güllü lokum ikram ediyor. Hayır demiyoruz. Bakırlara vurulan çekiç sesleri ve ciğercilerden süzülen duman eşliğinde çayımızı içiyor, esnafla sohbet ediyor ve çarşının en eski helvacısına gidiyoruz. Adana’nın cezeryesinin tadına bakıyor, tahin helvamızı da alıp yola devam ediyoruz.

Ulu Cami – Farklı bir mimari

Adana Ulu Cami

Şimdiki durağımız Ulu Cami. Şehrin en huzur duyduğumuz ve beğendiğimiz yerine de böylece giriş yapmış oluyoruz. Medrese, harem, selâmlık, Çarşı Hamamı, Gön Hanı, imaret, arasta ve çarşılarla birlikte bir külliye olarak inşa ettirilen caminin yapılışına 1513’de başlanmış. Ramazanoğlu Halil Bey tarafından başlatılan inşaat 1541’de oğlu Piri Mehmed Paşa tarafından bitirilmiş. Caminin Osmanlı çinileri dillere destandır ve 16. Yüzyıla aittir. Kapısındaki Selçuklu dönemi izleri nedeniyle bu caminin başlangıçta küçük bir mescitken zamanla Ramazanoğulları Beyliği’nin güçlenmesi ve ihtiyacın artması üzerine büyütülerek bugünkü haline geldiği düşünülebilir. Ulu Camii, Sabancı Camii açılana dek şehrin en büyük ve gösterişli camisi olmuş.

Bu güzel camiyi hayranlıkla geziyor ve Ziya Paşa parkına doğru ilerliyoruz. Parkın orta yerinde bir dönemin Adana Valisi ve şair Ziya Paşa’nın büstü dikkat çekiyor. Çok sevdiğimiz bir sözü büstün hemen altında yazılı görünce pek bir seviniyoruz. Bu anlamlı söz meğer Ziya Paşa’ya aitmiş: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” Yaptığımız güzel işlerle anılmak dileğiyle Ramazanoğlu Konağı’na doğru ilerliyor ve tarihi mekânda yer alan masaların birine oturup birer sade kahve söylüyoruz. Mevsim kış olsa da Adana ekim ayından bir günü yaşıyor gibi. Ulu çınarlar henüz yaprak dökmemiş, sararmış yapraklar nazlanarak süzülüyor. İşte yorgunluk kahvemizi böyle bir ortamda içiyor, etrafı seyre dalıyoruz.

Ramazanoğulları Beyliği ve Ramazanoğulları Medresesi

Özellikle şehrin “Eski Adana” ismiyle anılan bölgesinde Ramazanoğulları ismini çok sık duyuyoruz. Kimdir bu Ramazanoğulları? Ramazanoğulları Beyliği, Misis ve Adana yöresinde kurulmuş bir Anadolu beyliğidir. 1352 yılında kurulan beylik 1514 yılında kısmen, 1608 yılında tam anlamıyla Osmanlı Devleti hâkimiyetine girmiş. Bu sülale Oğuzların Üçok kolunun Yüreğir boyuna mensuptur. Osmanlı Beyliği’nden sonra Anadolu’da en uzun süre bağımsız olarak kalabilen ikinci beylik olarak tarihe geçmiştir.

Ramazanoğulları Medresesi

Biraz dinlenip tarihin tozlu sayfalarında bir yolculuk yaptıktan sonra Ramazanoğlu Medresesi’nin iç avlusuna giriyoruz. Kapısından girdiğimiz an bambaşka bir dünyaya girmiş gibi oluyoruz. Bu tabir lafın gelişi değil gerçeğin ta kendisi olarak yazıldı sevgili dostlar. Günümüzde Türk-İslam Merkezi olarak kullanılan bu yapıya gösterişli kapısından girdiğiniz an hoş bir şadırvan ve şadırvanın çatısına uzanmış dallarındaki limonları görüyoruz. “İşte” diyoruz “doğru yerdeyiz.”

Tarihte bir çay içme

Avluda biraz dolanıp özenle bakılmış çiçeklerle hasbihal ediyor, sonra bir tabureye oturup sırtımızı tarihi duvarlara yaslıyoruz. Ulu Cami’nin önünden havalanan güvercinler dans etmeye başlıyor. Evet evet bu uçmak değil dans etmek! O kadar güzel ki, etkisinde kalıp bu görüntüyü hafızamıza kaydetmeye çalışırken elimize kameramızı almak aklımıza gelmiyor. Demli bir çay içiyoruz. Sessizlikle baş başayız. Çay ocağını işleten görevli yabancı olduğumuzu ve hayranlığımızı hemen fark etmiş olacak ki bir koca tabak mandalinayla yanımıza geliyor. Mandalina dediğime bakmayın, bir tanesi büyük boy portakal gibiydi. Özenle yıkamış, getirmiş. “İkramımızdır.” diyor. İşte Anadolu’nun güzelliği, gözünü sevdiğim Anadolu, ne kıymetli insanlar yetişti senin topraklarında… Mandalinalarımızı bıçakla keserek yiyoruz, kuşları izliyoruz, çiçekleri kokluyoruz. Sırf bu avluda oturmak bile “iyi ki Adana’ya geldik” dedirtiyor.

Bıraksanız bütün gün burada oturabiliriz, ama zaman kısıtlı, kalkıyoruz. Ulu Camii’nin önünde oturan ak sakallı amcadan üç kalem alıyoruz. Bu üç kalemin hikayesi bambaşka bir yazı konusu olur, şimdilik bende saklı kalsın. Kim bilir belki bir gün bir öykü olur dilden dile dolanır…

Taş Köprü

Ulu Camii’nin arka kapısındaki güvercinlere yem atıyor ve Taşköprü’ye doğru yürümeye başlıyoruz. Yol üzerinde tablacı denilen simit tezgahlarını görüyoruz. Simitlerin yanında şalgam suyu da satılıyor. Adanalılar şalgam suyunu sabah saatlerinden itibaren içmeye başlıyorlar. Biz de geleneğe uyuyor ve Adana’nın meşhur simidinin yanına bir bardak şalgam suyu alıyoruz. Suyun içine acısını isteğe göre ekliyorlar. Eee şehrin geleneği acı şalgamsa biz de geri kalır mıyız? Bol acılı şalgamımızı içip simidimizi yiyerek Taşköprü’ye geliyoruz. Manzaraya göre şarkı geleneğimiz burada da bozulmuyor: “Adana köprü başı, otur saraya karşı” diyerek Seyhan nehrinin üzerinde boy gösteren köprü manzarasına bakıyoruz.

Mevsim itibariyle Seyhan’ın debisi oldukça düşük. Bu mevsimde suyu kesip, yazın gürül gürül bırakıyorlarmış. Nehir etrafında düzenli parklar ve güzel yürüyüş yolları var. Sabancı Camii ve köprü manzarasıyla bir Adana kartpostalına bakar gibi yürüyerek köprüye çıkıyoruz. Köprünün üzeri binbir çeşit çöp dolu. Görmezden geliyoruz ki keyfimiz kaçmasın. Adana’nın önemli simgelerinden biri olan Taşköprü, IV. (385) yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılmış. Bu tarihi yapı, yüzyıllarca Avrupa ile Asya arasında önemli bir köprü vazifesi görmüş.  Taş Köprü 319 metre uzunluğunda ve 13 metre yüksekliğinde. 21 kemerinden 14’ü ayaktadır. Ortadaki büyük kemerde iki aslan kabartması dikkatimizi çekiyor. Dünyanın halen kullanılan en eski köprülerden biri olarak bilinen Taş Köprü, araç trafiğine kapalı. Köprü üzerinde Sabancı Camii’ni fon yaparak fotoğraf çektirmek de bir gelenek olduğuna göre biz de uyguluyoruz.

Taş Köprü

Tarihi Adana Konakları

Sabancı Merkez Camii, Adana’nın Reşatbey semtinde, Merkez Park’ın güneyinde ve Seyhan Nehri’nin batı kıyısında yer alıyor. Açılış tarihi ise 1998. 28.500 kişiye ibadet imkânı sağlaması nedeniyle Balkanların ve Orta Doğu’nun en büyük camilerinden biri kabul ediliyor. Konumu itibarıyla Adana’da bulunan ana arterlerin, demir yolunun ve Adana’yı çevre il ve ilçelere bağlayan yolların kesim noktasında ve yüksek minareleriyle uzaktan görünüyor olması nedeniyle, şehrin sembollerinden biri haline gelmiş. Bu güzel manzarayı izleyerek kıyıdaki parkta bir yürüyüş yapıyoruz. Seyhan nehrinin kıyısında biraz dinlendikten sonra yolun karşısına geçiyoruz. Burada bizi birbirinden güzel, eski ve değerli Adana evleri karşılıyor.

Cadde üzerinde gördüğümüz eski bir evi görüntülemeye başlıyoruz. Balkon ve pencere detaylarına hayran olduğumuz bu evi görüntüye kaydederken bir bey yanımıza yanaşıyor ve bu evin neyini çok beğendiğimizi soruyor. Sohbet etmeye başlayınca Ulvi Bey’in bu eski evin yeni sahibi olduğunu öğreniyoruz. Binanın yanında iş yeri olan Ulvi Bey, hemen bitişiğindeki evin satılacağını duyunca yabancıya gitmesin diyerek bu yapıyı satın almış. Biz çok beğenince de damadı Mustafa Bey’den anahtarı alıp bizi binanın içini görmeye götürmesini istiyor. Adana’nın sıcak insanlarına bir kez daha hayran olduğumuz bir an yaşıyoruz. Eski evin içini geziyoruz, sohbet ediyoruz. Evin ne amaçla kullanılacağı belli değil. Binanın yenilenmiş halini de gelip görmek üzere Ulvi Beyle sözleşip hemen yakınındaki Atatürk Evi Müzesi’ne geliyoruz. Burası aslında Suphi Paşa Konağı.

Atatürk Evi Müzesi

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Adana’ya tam dokuz kez gelmiş ve 5 ayrı konutta konaklamış. Bunlardan ikinci ve üçüncü gelişlerinde (16 Mart 1923 ve 17 Ocak 1925) kaldığı tarihi konak, günümüzde bir müze olarak hizmet veriyor. Müzede Atatürk’ün Adana gezilerini anlatan dev boyutta fotoğraflar, Kuvayı Milliye dönemine ait eşyalar, etnografik ürünler, döneme ait gazete arşivleri sergileniyor.  Ayrıca Hatay’ın kurtuluşunu anlatan özel bir de oda var. Bu müzeye geldiğinizde yöresel bir Adana köşkünü görme fırsatınız da olacak. Köşkün içinde üst katta yer alan vitray kapı ve pencereler çok özel. Bu özel müzeyi müzekart ile gezmeniz mümkün.

Atatürk Evi Müzesi

Adanalıyık Allah’ın Adamıyık

Atatürk Evi Müzesi’ni gezerken aklımıza şehre özel o anlamlı söz geliyor: “Adanalıyık Allah’ın adamıyık.” Bu bilindik sözün nereden geldiğini biliyor muydunuz? Gelin Çanakkale Destanı’na doğru bir yolculuğa çıkalım: Bu zafer, tarihe adını altın harflerle yazdırmış bir destanın adıdır. Bu söz bir kahramanlığın öyküsüdür. İngiliz ve Anzak’lara karşı savaşan şanlı Türk Ordusu’nun kıymetli askerleri arasında elbette Adanalı askerler de varmış. Adanalı askerler kahramanca ve planlı bir şekilde mücadele vermişler, bir bayırda konuşlanarak siperlerine küçük mavi bir plaket takmışlar. Bu mavi işaret düşman askerleri karşısında birbirlerini tanımaları için bir parola ve kendi aralarında sakladıkları bir sırmış.

Adanalılar övgüye layık bir titizlikle gizleniyor, düşman askerlerini öldürüyor ve bu askerleri düşman kuvvetlerinin arasına atıyorlarmış. İngiliz ve Anzak kuvvetleri esrarengiz bir şekilde kaybolan yüzlerce askerlerine şaşırırken bir süre sonra Adanalı askerlerin üstün savaş yeteneğini fark edip korkmuşlar. Öyle korkmuşlar ki, siperlerinin yer aldığı tepelere yanaşamamışlar ve birbirlerini tehlikeye karşı şu sözlerle uyarmışlar: “O tepeye yaklaşmayın, orada Tanrı’nın adamları var.” Bu söz zamanla “Allah’ın adamları” şeklinde kullanılmaya başlanmış. O gün kahramanca mücadele eden 900’den fazla Adanalı asker kahramanca şehit olmuş, bayırın adı “Adana bayırı” olarak anılmış, bu hikâye nesilden nesile aktarılmış. “Adana bayırı” Çanakkale dolaylarında il ismiyle anılan ilk ve tek yer olarak tarihe geçmiş.

Adana Sinema Müzesi

Büyük heyecanla gezdiğimiz bu güzel yerden çıktıktan sonra hemen yanında yer alan Adana Sinema Müzesi’ne gidiyoruz. Eski bir Adana evi restore edilerek muhteşem bir müze açılmış. Müzeye girince, şehre özgü yönetmenler, oyuncular ve yapımcılar ile ilgili eserler dikkat çekiyor. Müzenin zemin katı film afişleri için ayrılmış. Posterdeki en az bir isim Adana sakinine ait. Birinci katta, Yılmaz Güney’in fotoğraflarını, film afişlerini ve eşyalarını gösteren bir oda yer alıyor. Ayrıca Yılmaz Güney, ressam Abidin Dino ve yazar Orhan Kemal’in de heykelleri var. Adana’dan sinema ile ilgili diğer tanınmış kişilerin sergilendiği fotoğraflar ve eserlerin arasında yazar Yaşar Kemal, oyuncu Şener Şen ve babası oyuncu Ali Şen, Muzaffer İzgü, Ali Özgentürk, Orhan Duru, Aytaç Arman, Bilal İnci, Meral Zeren, Menderes Samancılar, Nurhan Tekerek ve Mahmut Hekimoğlu yer alıyor.  Bizi Yeşilçam’ın eski günlerine götüren bu şirin müzede bir de kütüphane yer alıyor.

Müzeden çıktıktan sonra çevreyi keşfetmeye devam ediyoruz. Hep söylediğimiz gibi bir şehri tanımanın en iyi yolu sokaklarında kaybolmaktır. Adana gezimizde bu sözümüzü birebir uyguluyoruz. Hiç araç kullanmadan sadece yürüyerek şehri bir uçtan bir uca gezdik desek abartmış olmayız. Hatta o kadar yürüdük ki, sosyal medya hesabımızda paylaştığımız bazı fotoğrafların yerini Adana’da yaşayan takipçi dostlarımız bile bize sordular, bilemediler.

Adana’nın Yolları Taştan

Şehrin yaşam alanlarına, sokaklarına, caddelerine doğru yürüdükçe şehri daha iyi anlıyoruz. Sokaklarda dikkatimizi çeken bir detay da her köşeden bize gülümseyen portakal, turunç ve limon ağaçları oldu. Dallarından meyve sarkan ağaçlara şaşırarak baktık, biz baktıkça Adanalılar da bize baktı. Öyle çok meyve vardı ki artık yerlere dökülmüştü.

Şimdi istikametimiz ülkemizin en eski on müzesinden biri olan Adana Arkeoloji Müzesi. Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra açılan müzenin kuruluş tarihi 1924. Anadolu zaten bir açık hava müzesi gibi. Gezdiğimiz şehirlerde güzel muhafaza edilmiş, özenilmiş ve ziyaretçisi bol olan müzeleri görünce çok çok mutlu oluyoruz. Adana Müzesi yeni yerine geçmiş ve merkeze biraz uzak. Biz buraya da yürüyor ve gün ortasının getirdiği ılık havanın güzelliği eşliğinde müzeye varıyoruz.

Adana Arkeoloji Müzesi

Sessiz sakin ve oldukça büyük olan yapıyı görünce heyecanlanıyor ve gezmeye başlıyoruz. Adana Müzesi’nde Tarsus Gözlükule, Mersin Yumuktepe, Misis, Karatepe, Soğuksutepe gibi höyük ve iskân yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkan eserler ile Adana ve çevresinden derlenen eserler yer alıyor. Müzede Prehistorik dönem eserleri, Hitit, Asur, Fenike, Frig, Arkaik, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait heykel, kitabe, lahit, stel, mimari parçalar gibi taş eserler, pişmiş topraktan yapılmış çanak çömlek, çeşitli kaplar, silindir ve damga mühürler, sikkeler ve diğer arkeolojik buluntular da dikkat çekiyor. Bu eserler çok geniş bir alana yayılmış olan müzenin içinde öyle güzel düzenlenmiş ki, yorulmadan büyük keyifle geziyoruz. Müze kapanmak üzereyken gezimizi bitiriyoruz. Müze binasının ortasında üstü açık ve yeşilliklerle dolu bir de bahçe var. Fakat aniden başlayan yağmur sebebiyle oraya gidemiyor, binadan çıkıyoruz.

Portakal Kokulu Sokaklar

Günübirlik gezinin bir olumsuz tarafı da yanınızda üzerinizdeki kıyafet ve el çantanız haricinde kişisel hiçbir eşyanızın bulunmayışıdır. Montlarımızın şapkasını takıyor ve telefondan navigasyona Ziyapaşa Bulvarı yazarak yola koyuluyoruz. Yine yürüyoruz, palmiyelerle dolu kavşaklardan, turunç yüklü ağaçlarla kaplı ara sokaklardan, buğulanmış pencerelerden sızan ışık hüzmelerini izleyerek ilerliyoruz. Bambaşka bir şehirde bilmediğimiz sokaklardayız. Bu keşif heyecanına soğuyan havanın ürpertisi de eklenince eşsiz bir mutluluk hissediyoruz. Portakal ağaçlarını gördükçe portakal çiçeklerinin renk renk açtığı mevsimde bu sokaklar kim bilir nasıl kokar diye düşünüyoruz. Portakalın çiçeğinin festivalini neden yaptıklarını anlıyoruz.

Tüm bu düşüncelerle Ziyapaşa Bulvarı’na geliyoruz. Burası şehrin modern yüzü. Geniş bulvarlar, modern butikler, küçük kafeler, renkli pastaneler ve cıvıl cıvıl sokaklarıyla tam bir modern şehir havasını içinde barındırıyor. Her taraf yüksek ve yeni apartmanlarla dolu. Bu bölge bir dönem iki katlı, geniş bahçeli köşklerle doluymuş. 50’li yıllarda yapılan bu evler, 80’li yıllarda yerini maalesef apartmanlara bırakmış…Yağmur altında yürürken bu köşklerden en güzel örnek olan Talip Aksoy Evi’ni görüyoruz. Hayran oluyoruz, bahçeyi çevreleyen demirlere yaslanıp bu güzelliği seyre dalıyoruz. Tüm bulvarın böyle köşklerle dolu olduğu yılları hayal edince coşuyoruz. Ah ne güzeldir, hayali bile mutlu ediyor.

Adana’da Ne Yenir?

Bu güzel düşüncelerle yürümeye devam ediyoruz. Sokak arasında bir semt pazarı görüyoruz, şöyle bir dolaşıp uygun fiyatları görünce İstanbul’un pahalılığına sayıp döküp soluğu Kazım Büfe’de alıyoruz. Adana’ya gelince muzlu süt içmeden dönmeyin, mutlaka Kazım Büfe’ye uğrayın dediler. Biz de söz dinledik ve bu çok bilinen büfeye geldik. Şunu belirtmekte fayda var. Adana’da her semtte muzlu süt içebileceğiniz yerler var ve şehrin sakinleri hepsinin de lezzetli olduğunu söylüyor.

Bizim vaktimiz dar olduğu için en meşhuruna uğramak istedik. Büfe çok kalabalıktı. Gençler akın etmişti. Sipariş vermek için sıraya girdik, sıra hızlı ilerledi. Ben son anda “çocuk gibi muzlu süt mü içeceğim?” düşüncesiyle karışık meyve suyu siparişi verdim. Güzeldi. Çağrı geleneksel lezzette ısrarcı olarak muzlu sütünü sipariş etti. Biz bir beklerken iki geldi. İkinci bardak diğerinden biraz küçüktü. Yanlışlık oldu, biz bir adet sipariş verdik dememize kalmadan ikinci bardağın ikram olduğunu öğrendik. O an anladım ki bu muzlu süt içilecek. İçtim. Muzu ya da sütü veya her ikisini de sevmiyor olabilirsiniz. Ama muzlu sütü seveceksiniz. Çok net söylüyorum.  İstanbul’da Beşiktaş’ta da şubesi varmış. Meraklılarına duyurulur.

Birbirinden güzel tatlar

Bu güzel deneyimden sonra günün sonunu keyifli bir yemekle bitirmek şart olmuştu. Sabah 05:00’de evden çık, 07:20’de uçağa bin, Adana’ya in ve tüm şehri yürüyerek keşfet. Yemek hakkımızdır. Hep söyleriz, biz yeme-içme üstadı değiliz, gurme hiç değiliz. Gezdiğimiz yerlerde temiz yemek sever, arar bulur ve yeriz. Ama iş tavsiyeye gelince haddimizi de biliriz. Fakat iş Adana olunca yemekten bahsetmeden olur mu? Olmaz. Şimdiki durağımız Asya Restoran. Çağrı geçen sene Portakal Çiçeği Festivali’nde yaptığı Adana ziyaretinde Ramazanoğlu Caddesi üzerindeki bu restorana gelmiş ve çok beğenmişti. Bu nedenle gezimizde hiç düşünmeden buraya geldik. Bir hatırlatma yapalım, buraya özellikle akşam saatlerinde gelecekseniz önceden arayıp yer ayırtmalısınız. Biz şansımıza yer bulduk. Temiz, düzgün bir işletme. Zeytinyağlı ve meze bölümü çeşitli.

Bu benim için çok önemli çünkü ben vejetaryenim. Masayı süzme yoğurtlu mezeler, salata ve yeşilliklerle donattık. Çağrı ise Adana kebabın mutluluk denizine dalış yaptı. Yanına bir de karışık kebap söyleyerek mutluluğunu perçinledi. Restoranın sloganı “Adana’da kebap mutluluktur.” Bu sloganı hak eden bir yerdi. Yemekte özellikle humus siparişi de verdik. Bu humus bildiğimiz humuslardan değil, güveç kabında üzerinde peynirle pişiriliyor, servis edilmeden önce üzerine kızgın yağ dökülüyor. Humusu pek sevmem, bunu da pek sevmedim. Ama denemiş olduk.  Bilenler humusun asıl lezzetinin Tarsus’ta olduğunu söylediler. Konaklamalı bir gezi planladığımızda Tarsus’a gitme fırsatımız da olacaktır. Adana-Tarsus arası oldukça yakın. Yemeğin üzerine demli çayımızı içerken yağan yağmur altında nazlanarak salınan karşı kaldırımdaki begonvili seyrettik. Geziyi yaptığımızda Aralık ayının ortasındaydık, bu mevsimde bile bize tüm pembeliğiyle göz kırpan begonvil, bu gezimizde hatıramızda kalan hoş detaylardan sadece biri…

Çukurova’nın güzel yürekli insanlarına selamlar

Bizim günübirlik Adana gezimizin detayları işte böyle. Sizlerle adım adım tüm detaylarıyla paylaşmaya çalıştık. Bu güzel şehrin daha nice güzelliği var elbette. Bici bici tatlısı var mesela. Mevsim kış olunca buz yemeye çekindiğimizi itiraf edelim. Sırf bu nedenle bile bu güzel şehre bir daha gelinir. Sıcakkanlı, dost canlısı insanlarını unutmak olur mu? Şehirlerini tanıtmaya çalışan, yabancıyı hemen anlayıp hürmet gösteren Çukurova’nın güzel yürekli insanlarına bizden selam olsun.

Tekrar geleceğiz…Hazır mısın Adana?

Yazı ve Fotoğraflar: Gonca-Çağrı SAĞLIK

 

Adana günübirlik nasıl gezilir? yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/adana-gunubirlik-nasil-gezilir/feed/ 0
Seyahat ve Fotoğraf https://www.turrehberin.com/seyahat-ve-fotograf/ https://www.turrehberin.com/seyahat-ve-fotograf/?noamp=mobile#respond Tue, 14 Jan 2020 14:57:21 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=13662 Seyahat ve Fotoğraf Seyahat ve fotoğraf, bizim için gezilerimizin asıl amacını oluşturuyor diyebiliriz. Bu zevkler konusunda yalnız da değiliz. Sadece Türkiye‘de değil, tüm dünyada gezen insanların bolca fotoğraf çektiği bilinen bir gerçek. Hatta kimi ülkelerin turistleri için sadece fotoğraf çekmek amaçlı gezdiklerine yönelik bir inanış da var. Bu konuda en ünlenmiş turistlerin başında Japon turistler …

Seyahat ve Fotoğraf yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Seyahat ve Fotoğraf

Seyahat ve fotoğraf, bizim için gezilerimizin asıl amacını oluşturuyor diyebiliriz. Bu zevkler konusunda yalnız da değiliz. Sadece Türkiye‘de değil, tüm dünyada gezen insanların bolca fotoğraf çektiği bilinen bir gerçek. Hatta kimi ülkelerin turistleri için sadece fotoğraf çekmek amaçlı gezdiklerine yönelik bir inanış da var. Bu konuda en ünlenmiş turistlerin başında Japon turistler gelmekte. Biz de bu yazımızda sizlere, seyahat ederken nasıl güzel ve beğeni toplayacak fotoğraflar çekebileceğinizin sırlarını vereceğiz. Hazırsanız başlayalım mı?

1 – Gideceğiniz şehirleri veya yerleri çalışın

Bir seyahate çıkmadan önce, mutlaka ama mutlaka gideceğiniz yerleri iyi bir şekilde çalışın. Orada nereleri görmek isteyebileceğinizi, ilginizi çekebilecek noktaları belirleyin. Bu aynı zamanda bir gezi rotası oluşturmanızı da sağlayacak.

2 – Fotoğraf için yanınıza aldığınız makineyi iyi tanıyın

Artık çoğu kişi cep telefonları ile fotoğraf çekiyor. Ama yine de fotoğraflarınızı neyle çekecekseniz, o makinenin tüm çekim modlarını ve ayarlarını iyice öğrenin. Kısa süre içinde fotoğraf çekmeniz gerekebilir. Bir kenarda durup, hangi ayarda fotoğraf çekeceğinizi düşünmeyi son ana bırakmak, fotoğraf öncesi dikkatinizi dağıtacaktır. Aile seyahat

3 – Doğru yerde konaklayın

Özellikle büyük şehirlere gittiğinizde konaklama için tercih noktaları fazlalaşır. Elbette seyahat için ayırdığınız bütçeye göre bir otelde kalmak isteyeceksiniz ama, kaldığınız yerin size güzel bir şehir manzarasını fotoğraflamanıza izin vermesi güzel olmaz mıydı. Belki de en güzel fotoğrafınızı, kaldığınız odanın penceresinden çekeceksiniz. Kim bilebilir?

4- Beğendiğiniz fotoğrafçıları takip edin, fotoğraflarını inceleyin

Dünyanın neredeyse her yerinin fotoğrafı çekildi. O yüzden beğendiğiniz bir fotoğrafçı varsa ve o sizin gideceğiniz yerleri daha önce fotoğraflamış ise, mutlaka onları inceleyin. Işığı nasıl almış, açıyı nereden yakalamış veya neye odaklanmış inceleyin. Belki de sizin şansınız daha iyi olacak ve onun yakalayamadığı bir güzelliği yakalayacaksınız. Ünlü bir fotoğrafçının yakaladığından çok daha iyi bir pozu yakalayıp fotoğraflayabilirsiniz.

5 – Fotoğraf çekmek için erken kalkıp yola çıkın

Yorgun olabilirsiniz ama fotoğrafçılık hobiniz ise erken kalkmalısınız. Çünkü fotoğraf çekmek için yakalayacağınız en iyi ışık genelde güneşin doğuşunun 1 saat sonrası veya batmasından 1 saat öncesidir. Günün geri kalan kısmında ışık nispeten dik bir açıyla geleceğinden ötürü, fotoğrafınızı kötü yönde etkileyecektir. Tabii, çok kalabalık bir ortamda bir sürü insanın kapladığı bir alanda istediğiniz pozu yakalamak da zor olacaktır. Tek Başına Gezmek seyahat

6 – Bir ustaya çırak olun

İnsanların ortak özelliği, görerek öğrenme kapasitelerinin yüksek olmasıdır. Dolayısıyla kendinize fotoğraf ve seyahat konusunda akıl verebilecek birine öğrenci olmaya çalışın. Size nasıl fotoğraf çekmeniz gerektiğini öğretecektir. Böylece en kısa sürede beceri ve bilginizi arttıracaksınız.

7 – Gittiğiniz yerin dilinden birkaç kelime öğrenin

Gittiğiniz yerin dili sizinkinden farklı ise, birkaç kelime de olsa öğrenmeye çalışın. Özellikle “Merhaba”, “Günaydın”, “Teşekkürler” gibi kelimeleri öğrenirseniz, hem yereller size çabuk ısınır hem de iyi ilişkiler kurmanızı sağlar. Gezi esnasında bunun faydasını fazlasıyla yaşayacaksınız.

8 – Yerel tavsiyeler alın

Unutmamanız gereken en önemli şey, sizin orada sadece kısa bir süre bulunduğunuz. O yüzden yerel insanlardan, fotoğraflanması gereken güzel manzaralar, özellikli yerler gibi konularda destek alın. Hatta belki fotoğraflamak istediğiniz yerin en iyi karesinin nereden olabileceğini size söyleyebilirler. Bu size, sizin için çok önemli olan zamandan tasarruf sağlayacaktır. Seyahat, yerel destekle çok daha kolay yapılır.

9 – Seyahat esnasında ve fotoğraf çekerken insana saygı duyun

Unutmamak gerekir ki, hepimiz insanız. Fotoğrafının çekilmemesini söyleyen veya hissettiren birisinin fotoğrafını çekmek için ısrarcı olmayın. Veya fotoğrafını çektiğiniz kişi, sizden fotoğrafı göndermenizi isterse, mutlaka gönderin. İnsanların isteklerine veya taleplerine saygı duyun.

10 – Yüksüz seyahat edin

Fotoğraf çekmek için en önemli şey, o duyguya girebilmektir. Sırtınızda veya üstünüzde bir sürü eşya ve yük varken ve siz bundan rahatsızlık duyarken iyi bir kare yakalamanız çok zordur. O yüzden mümkün olduğunca rahat ve huzurlu bir şekilde gezmek için yükünüzü hafif tutun.

11 – Zaman kavramını iyi kullanın

Bir yeri veya şeyi fotoğraflamak için acele etmeyin. Kimi zaman tam açıyı veya ışığı yakalamak için aynı yerde belki saatlerce beklemeniz gerekebilir. Hatta bazen aynı noktadan günlerce fotoğraf çekmeyi deneyebilirsiniz. O yüzden zamanlamayı ve zamanı dengeli ve iyi planlamalısınız.

12 – Kendi yaşadığınız yeri küçümsemeyin

Fotoğrafçılık bir tutkudur. Nerede yaşıyorsanız yaşayın, bu tutkunuzu her yerde yapabilirsiniz. Özellikle yaşadığınız şehirde kameranızla birlikte gezin. Nasıl pozlar yakalayacaksınız bir bilseniz? Böylece kendi şehrinizi de gezmiş olacaksınız. Hatta tarihe bir not olarak şehrinizin “o an”larını miras bırakacaksınız.

13 – Seyahatten vazgeçmeyin

Çok gezen mi çok okuyan mı bilir?” diye sorarlar ya. Çok gezen daha iyi bilir diyelim biz. Hakikaten de öyle. Her ne kadar masraflı olsa da, her bütçeye uygun geziler planlayabilirsiniz. Özellikle de İnternet çağında bu artık çok daha kolay. O yüzden seyahat etmekten hiç vazgeçmeyin. banneryeni seyahat

14 – Güzel bir fotoğraf bahanesiz kişilerden çıkar

Dünyada birçok şeyi iyi bir şekilde yapmak için, kaliteli malzeme kullanmak gerekir. Ama fotoğrafçılık için böyle bir ihtiyaç yoktur. Makinenizin ne olduğu, gezi masrafları, profesyonel malzeme gibi şeyler, iyi bir kare yakalamak için gereken şeyler listesine girmez. Herkesin gıpta ile bakıp kıskanacağı fotoğrafları çekmek için öncelikli gereken şey, “fotoğraf aşkı“dır. Bahanesiz çekim yapanlar, güzel kareler yakalar. 9 eşya Fotoğraf

15 – Fotoğrafı çekmeden önce hissedin

İnsanoğlu fotoğraf çekmeyi, anı ölümsüzleştirmek için keşfetmiştir. Çünkü yaşanılan saniyenin bir daha yaşanması imkansızdır. Bu yüzden, hafızalarında yer etsin, baktıkça hatırlansın diye fotoğraf çekilir. İşte tam da bu yüzden, vizörden gördüğünüz her şeyi çekmemelisiniz. Önce bir rahatlayıp duygularınızı hissetmeniz gerekir. Duygularınızı veya bulunduğunuz yerin size hissettirdiklerini poza yansıtmalısınız.

16 – Doğal ışık en iyisidir

Günümüz fotoğrafçılığında her türlüsünden dijital düzeltme, ışık oyunları ve hatta olmayanı varmış gösterme şansı var. Ancak bir kareyi tartışmasız güzel kılan, orada doğal ışık kullanılmış olmasıdır. Flaş olmadan, yapay veya dijital ışık kullanmadan, filtre uygulamadan, olduğu gibi çekilen kareler her zaman için daha değerlidir.  Batang Ai Seyahat

17 – En az bir tepe fotoğrafı çekin

Seyahat ettiğiniz yerin kuş bakışı, tepeden bir noktadan çekilmiş en az bir fotoğrafınız olsun. Gittiğiniz yerleri tepeden görebileceğiniz bir noktadan çekmeyi unutmayın. İnanın pişman olmayacaksınız. Belki de en güzel kareniz, bu kare olacaktır. spaccanapoli-turrehberin fotoğraf

18 – Klişeler klişedir

Herkesin çektiği, herkesin sosyal medyada paylaştığı bir kareyi siz de paylaşmak isteyebilirsiniz. Ama düşünün, herkes Pisa kulesini düzeltmeye çalışırken fotoğraflatıyor kendini. Sizin bir farkınız olsun. Başka bir bakış açısı geliştirin. İlginçliği yakalayın.

19 – Yavaş seyahat edin

Koştura koştura yapılan bir gezinin ne tadı olur ne de ruhu. Bir geziden tat almak için o geziyi ruhunuzda hissetmeniz gerekir. O yüzden gezinizi ağırdan alın. Bir daha ki sefer olmayacakmış gibi, eze eze, yedire yedire gezin. Belki gerçekten de, oraları bir daha görme imkanınız olmayacak. O yüzden çekeceğiniz fotoğrafları da hatırlamak isteyeceğiniz türden karelerden çekin.

20 – Vizör sadece çekmek içindir

Ve son olarak, elinizdeki kameranın vizöründen bakarak gezmeyin. Gezerken o kareye sokmayın kendinizi. Sadece ve sadece, açıyı, ışığı ve pozu netleştirdiğiniz zaman vizörden bakın. Onun dışında gezdiğiniz yerlerin ve seyahatin tadını, kendi gözlerinizle görmenin keyfine varın.

Fotoğraf sanatı, insanın bakış açısını yalın bir şekilde sunduğu ve kendine özgü şekilde bu bakış açısını yansıttığı bir sanattır. Teknolojinin geliştiği her noktada bu bakış açısını sergileyen yine insanın ta kendisi olacaktır.

 

Seyahat ve Fotoğraf yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/seyahat-ve-fotograf/feed/ 0
Eski Foça Sakin Liman https://www.turrehberin.com/eski-foca-sakin-liman/ https://www.turrehberin.com/eski-foca-sakin-liman/?noamp=mobile#respond Thu, 28 Feb 2019 21:10:52 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=12836 Eski Foça : Sakin Liman Yıllar önce Ayvalık’tan İzmir’e giderken yol kenarındaki Eski Foça sebze pazarını görüp durmuştuk. Tazecik ege otlarını, güler yüzlü esnafını, ucuz ve kaliteli alışverişi çok sevmiş; alışveriş sonrası merkeze inip bir de çay içmiştik. O zamanki rotamız Alaçatı-Çeşme olduğu için bu güzel balıkçı kasabasında geçirdiğimiz birkaç saatle yetinmek zorunda kalmış, bir …

Eski Foça Sakin Liman yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Eski Foça : Sakin Liman

Yıllar önce Ayvalık’tan İzmir’e giderken yol kenarındaki Eski Foça sebze pazarını görüp durmuştuk. Tazecik ege otlarını, güler yüzlü esnafını, ucuz ve kaliteli alışverişi çok sevmiş; alışveriş sonrası merkeze inip bir de çay içmiştik. O zamanki rotamız Alaçatı-Çeşme olduğu için bu güzel balıkçı kasabasında geçirdiğimiz birkaç saatle yetinmek zorunda kalmış, bir daha gelmeye, tadını çıkarmaya karar vermiştik. Eski Foça o kısacık anlarda bile kalbimizde yer etmeyi başarmıştı.

Nisan’da Eski Foça bir başka

Bu kararımızı bir Nisan vakti uygulamaya karar verdik. Önce kalacağımız yeri araştırmaya başladık. Doğallık, temizlik ve güven kalacağımız yer için olmazsa olmazlarımızdan. Özellikle aile, çoluk-çocuk bir tatil yapacaksanız bunlar çok önemli. Üstelik bizim bu gezimizde aile büyüklerimiz de misafirimiz olacaklardı. Yani konaklamanın önemi gittikçe yükseliyordu. Yanlış otel tercihinin en büyülü gezi rotasını bile mahvedebileceğini biliyoruz.

Foça Hotel 1887

Sosyal medyanın ve önsezilerimizin gücüyle Foça Otel 1887 ismine rastladık. Tanıtımında ‘Foça’daki büyük eviniz’ yazısını görünce bizim için doğru yer olduğunu düşünerek tercih ettik. Ne de güzel etmişiz. İstanbul’dan altı-yedi saat sürecek araba yolculuğumuzu her zamanki gezgin ruhumuzla, gördüğümüz her kahverengi tabelanın izini sürerek 12 saate çıkarmıştık. Önceden rezervasyon yaptırıp otelin güler yüzlü genç işletmecisi Meltem Hanım’la görüşmüştük. Yolculuk planlanandan uzun sürünce ve otele girişimiz gecikince nerede kaldığımızı merak ederek bizi arayan Meltem Hanım hiç görmeden kalbimizi fethetti.

Otele gittiğimizde ise fikrimiz hiç değişmedi. Güler yüzlü ve bilinçli işletme sahipleri, tertemiz şahane odalar, günün her saati sıcak çay ve anne kurabiyesiyle, ‘Foça’daki büyük eviniz’ sözünün hakkını veren bir yerdi burası. Odaların tümü antika eşyalarla dolu. Eski zaman çevirmeli kırmızı telefonlar, ahşap yatak başları, çekmeceler, banyoların karo taşları, duvardaki askılıklar ve sabahları anne usulü pişi kokan kahvaltılar. Biz bu oteli çok sevdik, çok güzel ağırlandık. Otel şehrin merkezinde, arabanızı park edip tüm eski Foça’yı yürüyerek gezebilir, hemen önünden denize girebilirsiniz.

Şimdi bu kadar övgü dolu söz yazınca reklam karşılığı iş yaptığımız sakın düşünülmesin. Biz ücreti karşılığı kaldık. Bu bizim en temel prensibimizdir. Bunu her zaman belirtiyoruz. Burada amaç, işini bu kadar seven, önemseyen, özenli işletmelerin desteklenmesi ve devam ettirilmesidir. Günübirlik sıradan hizmetlere, ne hizmet versek gelenimiz var anlayışına artık dur demeliyiz. Hak ettiğimiz hizmetleri almak en doğal hakkımız ise, bunu hakkıyla yapanları desteklemek de önemli görevlerimizdendir. Bu vesileyle Foça Otel 1887 Otel’in tüm işletmecilerine teşekkür ediyoruz. Yolunuz düşerse güler yüzlü Meltem Hanım’a bizden çokça selam götürürsünüz.

Kısaca Tarih

Eski Foça, Osmanlı’nın son dönemleri ve erken Cumhuriyet yıllarında sakin bir balıkçı kasabasıymış. Hemen arkasındaki Top Dağının arasından kıvrılarak indiğinizde, tüm güzelliği ve yel değirmenleriyle sizleri karşılayan bu şirin kasaba, yıllar içinde gelişerek turizmcilerin ilgisini çekmeye başlamış. Akdeniz foklarının yurdu, İyonyalıların 12 antik şehrinden biri olan Foça günümüzde hala balıkçılıkla geçimini sağlayanların merkezi konumunda. Balıkçılık burası için çok önemli gelir kaynaklarından biri. Çarşıda sahildeki balıkçı heykeli de aslını unutmayan Foça’nın en güzel simgelerinden biri.

Kent Antik Çağ’ da bir İyon yerleşimi olarak ortaya çıktığında civar denizde yaşayan foklardan dolayı Phokaia adını almış. Foça’da soyları tükenmekte olan Akdeniz foklarını korumak amacıyla devletin ve üniversitelerin araştırma merkezleri mevcut. Avlanması kesinlikle yasak olan fokun balıkçılar tarafından da korunduğunu söyleyen bir balıkçı, bu konuda Foçalıların ne denli hassas olduklarının altını çiziyor. Foklar ayrıca WWF dünya örgütü tarafından da koruma altına alınmış durumda.

İsmi Fok, simgesi Horoz – Kafalar karışmasın

Araştırıldığında, Eski Foça’nın simgesinin aslında horoz olduğu görülüyor. Tarihte Phokaialılar tahtadan horoz heykellerini meclislerine, tapınaklarına ve gemilerinin burunlarına koyarlarmış. Rivayete göre, kentte saklı olduğuna inanılan bir altın horoz varmış. Arkeologlar eski Foça’nın altında bir tarih yattığını dile getiriyorlar. Şehri gezerken etrafta irili ufaklı çok sayıda kazı çalışmasını görmemiz de buna işaret ediyor. Ayrıca eski liman tarafında da çok eski bir Athena Tapınağı kalıntıları bulunmakta.

İrili ufaklı parçacıklı adalardan oluşan Foça’da görülmesi gereken yerlerden biri de Siren Kayalıkları. Yunan mitolojisine göre Siren, kayalık ve boş adalarda yaşadığına inanılan deniz yaratıklarının ismi. Foça denizinde Orak Adası yakınlarında bulunan, hiçbir canlının yaşamadığı küçük adacıklar “Siren Kayalıkları” adıyla biliniyor. Fok balıklarının da yaşam alanı olan Siren Kayalıkları görülmeye değer. Yaz aylarında kayalıklara tekne turları olduğunu hatırlatalım. Çok uygun fiyata, Orak Adası, Siren Kayalıkları ve İncir Adası’nı görmeniz mümkün.

Foça’nın Karataşı

Antalya’dan başlayıp İzmir’in orta kesimine kadar uzanan Türk Rivierası’nın içinde bulunan Foça, Rum mimarisi evleriyle ve taş sokaklarıyla bizleri etkisi altına aldı. Otelimizin merkezi konumda olması sebebiyle yürüyerek Küçük Deniz olarak bilinen küçük limana indik, oradan Reha Midilli Caddesi’ni takip ederek manzarayı seyre daldık. Sahil boyunca yürüyünce bir yanımız deniz, balıkçı tekneleri, suyun sığ kısmında pelikanlar, ördekler ve kuğular; diğer yanımızda şahane panjurlarla bezeli rengârenk kapılı taş evler. Elimizde de Foça’nın meşhur sakızlı dondurması. Adeta bir rüyanın içinde gibiyiz.

Derken taş bir avluya düşüyor yolumuz. Etrafımız güller, çiçekler ve ortada bir karataş ve Ataol Behramoğlu’nun dizeleri:

“Karataş’a bir kez ayak basan

Foça’dan ayrılmazmış derler

Foça da sizi bırakmaz zaten

Kalbinizle bastıysanız eğer”

Efsaneye göre bu karataşa ayak basan Foça’ya tekrar tekrar gelirmiş. Biz de, bu güzel yere tekrar gelelim diye taşa kalbimizle bastık.

Eski Foça Kale ve Surlar

Sahile tekrar iniyor ve Beşkapılar Kalesi ve Surlara doğru yürümeye başlıyoruz. Balıkçı heykelinin orada yönümüzü bulmak için uğraşıyoruz. Yön gösteren ne bir tabela ne işaret yok maalesef. Yolumuzu bulmak isterken eski bir hana giriyor böylece orayı da görmüş oluyoruz. Daha sonra aşağı inip sahildeki yolu takip ederek kaleye ulaşıyoruz. Biz gittiğimizde surlara sahilden çıkmak mümkün değildi, kapalıydı. Antik Çağ’da kentin doğusundaki tepeler üzerinden geçen surlar, Athena Tapınağı’nın bulunduğu yarımadayı da kuşatmaktaydı. Hem antik hem de onun üzerinde bulunan bugünkü Eski Foça, bu surların çevrelediği alanın içerisinde kalıyor.

Athena Tapınağı Kalıntıları

Ortaçağ’dan kalma, şehrin etrafını çevreleyen surların en iyi korunmuş bölümleri, yarımada üzerindeki Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemlerinde onarılan bölümler. Şimdi kısmen tahrip olmuş mazgallı ve kuleli surun yan yana dizili 5 kapısının bulunduğu bölümü şehre giriş için kullanılmış. İç kısmında Türk hamamı kalıntıları bulunan surların iç kısmına, çarşı içinden biraz yokuş tırmanarak ulaşıyoruz. Oldukça geniş bir yeşil alan ve rengârenk çiçekler eşliğinde Foça’yı tepeden seyre dalıyoruz. Hemen buradaki Fatih Camiinde Foçalılarla sohbet ediyoruz. Fatih Cami, ilçenin Türk dönemine ait en önemli yapılarından biri. Yapıda 2 kitabe bulunuyor. 1531 tarihli avlu kapısındaki kitabeye göre avlu kapısı, Mustafa Ağa adlı bir kişi tarafından yaptırılmış; ana giriş üzerindeki kitabeye göre ise yapı, Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile yeniden inşa ettirilmiş. Cami, günümüzde hâlen kullanılmakta.

Burada bir küçük eleştirimiz olacak: Surlara yürüdüğümüz yolda çöp bidonlarından taşan çöpler hem görüntü hem de koku olarak hoş olmayan bir durum sergiliyordu. Bu önemli ayrıntıya dikkat çekmek isteriz. Kulenin bu bölümü 1983 yılında restore edilmiş. Kale UNESCO Dünya Kültür Mirası aday listesinde yer alıyor. Bu listeye adı girmiş bir mirasın çöp kokularıyla gölgelenmiş olmasını tarih bilincine yakıştırmak mümkün değil..

Güzel bir yürüş ve ödül gibi bir müze.

Surlara tırmanmak için çıktığımız yolu geri inerek sahile ulaşıyoruz. Surları inceleyerek yaptığımız yürüyüşün sonunda, yolun sonundaki müzeyi buluyoruz.. Denizciliği Tanıtma, Sevdirme, Yaygınlaştırma Merkezi olarak geçen bu müzede denizcilikle ilgili materyaller, objeler, bilgi, belge ve dokümanlar bulunuyor. Gezmenizi önemle tavsiye ederiz. Zira bir yeri tanımak için önce sokaklarını gezmeli, tepelerine tırmanmalı; sonra varsa müzelerini ziyaret etmelisiniz.

Eski Foça’nın bir güzel tarafı da denizinin mavi bayraklı olması. Merkeze yakın çok sayıda plaj var. Fakat merkezde her yerde dilediğiniz gibi denize girebiliyorsunuz. Kaldığımız otelden bir adım ötesi sahildi. Önü kumsal. Dilediğince yüzen insanlar. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Denize girmek için arabanıza binip onca yol kat etmenize gerek yok.

Gelecekte buralıyız

Burası öyle sakin bir yer ki, emeklilikte yerleşmek istediğimiz yerler içindeki listeye ismini ‘altın’ harflerle yazdırdı. Çeşme, Alaçatı ve Bodrum gibi aşırı kalabalık değil. Bu çok güzel anlatılmaz bir keyif. Etraftaki insanlarda tam bir yazlıkçı rahatlığı var. Geceleri gümbür gümbür müzik çalan gece kulüpleri yok. Yürüyerek her yere ulaşıyorsunuz. Çarşıdaki asmanın altındaki pastaneden poğaça, kurabiye alıp sahildeki çay bahçesinde yiyebiliyorsunuz.

Öyle teferruatlı sofralara gerek yok mutlu olmak için. Tatil yerlerinde, popüler yerlerde veya her şey dahil otellerde özellikle akşamları yemeğe iki dirhem bir çekirdek gidenlere, topuklu ayakkabıların üzerinde salınarak yürüyenlere hep hayret ve şaşkınlıkla bakmışımdır. Tatil rahat edip dinlenme yeri iken, kendine bu eziyet niye? Yüzünde tonlarca makyaj, her akşama bir kıyafet ve ona uygun ayakkabı-çanta-saat vs vs.. Hatta hiç unutmam Antalya bölgesinde Rixos Otellerinin birinde kaldığım bir tatilde akşam yemeklerinde bir kadınla hep yanyana masalara denk geliyorduk. O eşiyle, ben eşimle yemeğe iniyoruz. Kendisi düğüne gider gibi giyinmiş, ben bir elbise, bez ayakkabı, saçlar toplanmış. O bana, ben ona şaşkın bakarak bir haftalık tatili geçirmiştik.

Oysa tatil keyif yeridir, kafayı boşaltmak için fırsattır. Katı kuralları sevmez. İşte bu yüzden Eski Foça bizim gibi bez ayakkabılarından vazgeçmek istemeyenlerin bir numarası olacak özellikte bir cennet. Her köşesiyle doğal, keyif veren ve dinlendiren.

Eski Foça Yeryüzü Pazarı

Eski Foça’nın bir de Yeryüzü Pazarı diye isimlendirilmiş meşhur pazarı var. Yıllar önce yoldan geçerken bizi durdurup, Foça’yla tanıştıran pazarın ta kendisi. Bu pazarın özelliği Slow food ilkelerine uygun, temiz ve adil satış yapılması. Bu Pazar sadece üreticilerin yer aldığı bir Pazar olma özelliğini taşıyor. Bunun bir örneğini de Sığacık’ta görmüştük. Eski Foça Yeryüzü Pazarı, her Pazar 08:30-18:00 arasında siz ziyaretçilerini bekliyor. Pazarda, zeytinyağından, Ege’nin meşhur yeşilliklerine, peynirden, reçellere ve doğal ekmeklere kadar birçok ürüne ulaşmak mümkün.

Eski Foça’ya kadar gelmişken Kozbeyli köyünü görmeden olmaz. Tarihi yapıları, doğal güzelliği, şirin kahvesini çok duyduk. Biz de gezdik, gördük ve dibek kahvemizi içtik. Hafta sonları çok kalabalık olduğunu duyduk, malum sosyal medyada meşhur olan yerler böyle zamanlarda insan akınına uğruyor.

Kalabalıkları sevmiyorsanız Eski Foça’yı en güzel ziyaret zamanları her iki bahar mevsimi olacaktır. Gezi tarihlerinizi hafta içi günlere denk getirirseniz, sakin huzur dolu bir tatil kaçınılmaz olacak.

Siz bizi dinleyin, Eski Foça’ya gidin..Bizden de selam söyleyin.

Yazı ve Fotoğraflar : Gonca SAĞLIK

Eski Foça Sakin Liman yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/eski-foca-sakin-liman/feed/ 0
Üç Yıldız ve Roman Kahramanı https://www.turrehberin.com/uc-yildiz-ve-roman-kahramani/ https://www.turrehberin.com/uc-yildiz-ve-roman-kahramani/?noamp=mobile#respond Fri, 22 Feb 2019 09:09:22 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=12746 Üç Yıldız ve Roman Kahramanı Üç Yıldız ve Roman Kahramanı sanki bir öykü başlığı gibi oldu. Ama biz de o kapıyı açtığımızda bir öyküyü başlattık. Zaman içinde sizi de, bir yolculuğa çıkartacak bu öykü. İçeride olduğunuz sürece başka bir dünyanın kalbinde, belki de hayal ettiğiniz o günlerde geziyorsunuz. İşte biz bugün öyle bir kapıyı araladık. …

Üç Yıldız ve Roman Kahramanı yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Üç Yıldız ve Roman Kahramanı

Üç Yıldız ve Roman Kahramanı sanki bir öykü başlığı gibi oldu. Ama biz de o kapıyı açtığımızda bir öyküyü başlattık. Zaman içinde sizi de, bir yolculuğa çıkartacak bu öykü. İçeride olduğunuz sürece başka bir dünyanın kalbinde, belki de hayal ettiğiniz o günlerde geziyorsunuz. İşte biz bugün öyle bir kapıyı araladık. Burada gördüklerimizi ise sizinle paylaşacağımız için heyecanlanıyoruz.

Beyoğlu’ndayız. İstiklal Caddesi’nde ilerliyoruz. Çiçek Pasajının hemen yan sokağına, Balık Pazarı’na çeviriyoruz yönümüzü. Balık Pazarı’nın ilk dükkânlarından biri olan Üç Yıldız Şekerleme işte karşımızda. Durup bir bakıyoruz. Üç yıldızdan oluşan tabelası ve ahşap kapı döşemesiyle yıllara meydan okurcasına bizi karşılıyor.

Sahibi Feridun Bey, her zamanki saygısı ve güler yüzüyle karşılıyor bizi. Kapıdan giren her müşteriyi velinimet sayan, sadece ürün satmakla değil, insanın özüyle ilgilenen, günümüzde artık ender rastladığımız bir esnafla karşı karşıyayız. Saygıyla buyur ediyor bizi, hal hatır soruyor ve sohbete başlıyoruz. Buraya her yolumuz düştüğünde mutlaka uğrar, kendisiyle sohbet eder, kakaolu-sade helvamızı ve karışık akide şekerimizi alır, yüzümüzde bir tebessümle evimize döneriz. Feridun Bey ve benBugün de niyetimiz bu; fakat sohbet biraz uzuyor. Çayları, ıhlamurları içtikçe konuşuyoruz, Taksim’in bozulan dokusunu, Beyoğlu’nun ‘Beyoğlu’ olduğu günleri, itinayla giyinmiş hanımefendileri, o eskinin fötr şapkalı, takım elbiseli İstanbul bey efendilerini. Bir de günümüzün yozlaşmış, kirli, kalabalık ve anlamsız kalabalıklarına bakıyoruz… Üzülmemek elde değil.

Üç Yıldız Hikayesi

Feridun Bey’in ailesi Rumeli’den İnebolu’ya, sonrasında da İstanbul’a gelmiş. Babası Ahmet Fikri Dörtler ’in dedesi de tatlıcıymış. Neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt olan dükkân, Ahmet Bey ve 2 ortağıyla birlikte 1926’da açılmış. Ortaklardan biri Feridun Bey’in amcasıymış. 3 ortağı simgelesin diye Üç Yıldız ismini koymuşlar. Yıllar içinde ortaklık bozulmuş, Ahmet Fikri Dörtler tek sahibi olarak devam etmiş. Fakat yola çıktığı ortaklarını hiç unutmamış, dükkânın ismi Üç Yıldız olarak kalmış.

Feridun Dörtler dükkânın ikinci kuşak temsilcisi olarak oğlu Altuğ Dörtler ile birlikte işinin başında. Feridun Bey başlı başına bir tarih. 85 yaşında. Galatasaray Lisesi mezunu. 1 yaşından beri Cihangir’de babadan kalma bir evde yaşıyor. Bir dönem Galatasaray’da profesyonel futbol oynayan Feridun Dörtler, futbolu neden bıraktığını sorduğumuzda ‘gönül işinden’ diye cevap veriyor. Eşi hanımefendiyi o yıllarda tanımış. Evlenmek istediğinde ailesi futbol oynadığı için karşı çıkmış. Ve aşk galip gelmiş, futbolu bırakan Feridun Bey, ‘benim gönlüm için dünyanın en güzel kadınıydı’ dediği eşiyle evlenmiş. Eşini 2011 senesinde kaybetmiş. Anlatırken zaman zaman duruyor, gözleri doluyor. Eşine ve işine böylesine bağlı böylesi bir beyefendinin karşısında saygıdan ve hayranlıktan bizim de gözlerimiz doluyor. Zaten bu uzun sohbet esnasında defalarca duygulu anlar yaşıyor, karşılıklı gözyaşlarımızı siliyoruz.

Eski Beyoğlu

Bizi bu duyguların içine sürükleyen, eskiye ve güzele olan özlemimiz. Beyoğlu’ndaki esnafın birbirini ne denli sevdiğini, saydığını ve koruduğunu anlatıyor. O dönemler herkes birbirini tanırmış, o kadar çok pastane olduğu halde kimse kimsenin işini baltalamazmış. Şimdi çevrede bir-iki esnaftan başka kimsenin kimseyi tanımadığını söylüyor 84 senedir oturduğu apartmanda bile ancak 2 aileyle selamlaşıyorlarmış. Anlatırken duyduğu hüznü gözlerinden okuyoruz.

Sohbet ederken bir yandan dükkândaki ürünleri seyre dalıyoruz. Şık ambalajlar içinde çikolatinler, badem şekerleri, şık kaplar içinde akide şekerleri, helvalar, reçeller. Reçellerin tamamı ev yapımı. Mevsiminde halden alınan meyveler klasik usulde pişirilerek reçel haline getiriliyor. Hazır kavanozlar içinde alabileceğiniz gibi, açık kaplardan dilediğiniz kadar da alabilirsiniz. Eskiden müşteriler kendi kaplarını getirir içini reçelle doldururlarmış. Bu reçeller neredeyse 190 senelik bakır kaplarda (batyalar), bembeyaz örtülerle muhafaza ediliyor. Sohbet ederken bir müşteri, sabah kahvaltısı için birazcık reçel almaya geliyor. Feridun Bey az-çok demeden her ürünü itinayla hazırlıyor, paketliyor, müşterisine veriyor. Çilek reçelinin lezzetini müşterilerden duyduk, size aktarmazsak olmaz.Reçeller

Sadece çilek reçeli mi? Tabi ki hayır. Gül, vişne, kayısı, ayva, portakal reçelleri de ustalarının imzalarını üzerinde taşıyan bakır kaplarda sizleri bekliyor. Üç Yıldız’ın vazgeçilmez tatlarından olan badem ezmesi %75 badem, %25 pudra şekerinden oluşuyor.  Tamamen el ile yoğurulan badem ve Antep fıstık ezmesi özel kutularda satışa sunuluyor.

Beyaz Tatlı

Beyaz TatlıGözümüz tezgâhtaki reçel kaplarına kıyasla daha küçük bakır kaplara takılıyor. Bergamotlu beyaz tatlı yazan kapağı kaldırıyor ve meşhur Beyaz Tatlı ile tanışıyoruz. Kapağı açar açmaz bergamot ve vanilya kokularıyla sarhoş oluyoruz. Su, şeker, limon ve çeşitli aromalardan oluşan bu tatlı, çevire çevire yapıldığı için ‘çevirme’ olarak da anılıyor. İstanbul’un en eski tatlılarından biri olan Beyaz Tatlı, sıcak yaz günlerinde buz gibi suyun içine bir kaşıkla konulur, biraz suyu içerek biraz da kaşıkla yenilerek tüketilirmiş. Çok eskiden Boğaz’daki pastanelerde ‘denizaltı’ olarak satılan bu tatlı, Rumların evlerine her gelen misafire mutlaka ikram ettiği, Musevilerin dini bayramlarında yediği bir lezzet. Bir tatlı çeşidi bile içinde hoşgörüyü, birlik ve beraberliği olmayı barındırabiliyor. Bu dükkânda bugün bunu bir kez daha fark ediyoruz.

 

 

Tarihi bir şekerci

Tarihi dükkânın başka bir üretimi ise rengârenk akide şekerleri. Şekerler kavanozların içinde parlak ve renkli halleriyle sadece çocukları değil her yaştan insanı cezbedecek güzellikte. ŞekerlerTarçın, limon, kahve, gül, portakal, bergamot, karanfil ve çilekli şekerlerin içinden biz limon ekşili ve karanfilli olanı seçtik. Her ikisi de ağzımıza atar atmaz o müthiş aromalarıyla bizi mest etmeye yetti. Bu dükkânda alışverişin bir güzel tarafı da ürünlerin itinayla ambalaj edilmeleri. Çocukluğumuzun pastanelerindeki gelenek aynen devam ettiriliyor. Hele o renkli kâğıttan kurdeleler yok mu? Eve gelince paketleri açmaya kıyamadık. Bir diğer rengârenk çeşit ise üzeri toz şeker ile kaplanan meyve aromalı jöleler… Meyve aromalı şekerleri ve lokumları unutmak olur mu?

Dükkânda bir çanak içinde ikram edilen o muhteşem sakızlı lokumlar, tam olması gerektiği gibi. Diğer adıyla ‘pullu sakızlı’ lokum diye anılan bu lokum çeşidi turistlerin en çok rağbet ettiği ürünler arasında. Unutmamak gerekir ki, lokum bu toprakların en eski lezzetlerinden biri. Çikolatanın tarihi o kadar eski değil. Türk ismiyle anılan bir tatlı olma özelliğini taşıyan lokumun değerini en az turistler kadar bilip sahip çıkmak, kültürel vazifelerimizden biridir.

Feridun Bey’le konuştukça bir tarih kitabının sayfalarını aralıyor gibi hissediyoruz. Fotoğrafları ise tamamen hayal gücümüzden ibaret. O anlatıyor, biz hayal ediyoruz. Sohbet arasında dükkâna adres sormak, buğday satın almak için girenlere bile büyük özenle cevap veriyor; yardımcı oluyor. Böyle kıymetli yerlerin bilinmeyişine içten içe üzülüyoruz. O dükkâna girip buğday soran kişi ne büyük bir tarihle karşı karşıya olduğunun farkında mıydı acaba?

Eski Bayramlar

Feridun Bey

Üç Yıldız Şekerleme, genç Cumhuriyet’le birlikte büyümüş. O yıllara tanıklık etmiş. Söz o dönemdeki bayramlara geliyor. O yıllarda bayram öncesi dükkânın önünde kuyruk olduğunu anlatıyor Feridun Bey. Bayramda bile dükkânı açar, en itinalı kıyafetleriyle bayramlaşmaya gelen müşterilerini beklerlermiş. Günümüzde ise ne bayramlarda ne de diğer günlerde o yoğunluktan eser kalmadığını anlatıyor. Duyan, araştıran, okuyan ve bilerek gelen müşterilere çok kıymetli bir kaynak Feridun Bey. Anlatmaktan, paylaşmaktan ve ürünlerinden ikramda bulunmaktan büyük zevk aldığı belli. Hareketleri ve konuşması kadar kıyafeti de oldukça özenli. Tertemiz ve ütülü gömleği, boynunda atkısıyla 21 yaşından beri işinin başında. ‘Babama verdiğim sözü tuttum’ diyor gururla.

Kurulduğu günden bu yana aynı yerde hizmet veren Üç Yıldız Şekerlemenin başka şubesi yok. 1965 senesinde bir tadilat geçirmiş, onun dışında çivi çakılmamış. Zemininden kapısına, kavanozlarından helva tezgâhlarına ne varsa orijinal.

Roman Kahramanı Olmak

Zamana direnen bu güzel dükkânda, kendimizi roman kahramanı gibi hissediyoruz. Derken dükkâna Rum olduğunu konuştuğumuzda anladığımız bir kadın giriyor. Kiliseye törene gelmiş, eve dönüşte çocuklarına akide şekeri almak istemiş. Kapıdan Feridun Bey’e selam vererek, hal-hatır sorarak, neşeyle giriyor. Buradan alışveriş etmenin bir aile geleneği olduğunu söylüyor. Feridun Bey bizden müsaade isteyerek tezgâhın arkasına geçiyor, büyük kavanozların kapaklarını sakince açıp rengârenk akide şekerlerini özenle tartıyor, ambalajlıyor, müşterisine paketini uzatırken bir eliyle de şeker ikram ediyor. Müşteri afiyetle şekerini yiyor, paketini alıyor, ahşap köşeli, eski pirinç kelebek kanadı şeklindeki kapının kolunu açıyor ve Balık Pazarı’nın kalabalığında evine doğru yol alıyor.

Ve biz bir masalın başrolünde, bir masalın en heyecanlı yerindeymişiz gibi oturduğumuz yerden kalkıyoruz. Feridun Bey’in elini öpmek istiyoruz, izin vermiyor. Kucaklaşıyoruz..

Çok yaşayın Feridun Bey, çok yaşa Üç Yıldız…

Çok yaşayın Feridun Bey gibiler, nezaketi, ölçüyü ve çalışmayı sevenler…

Yazı ve Fotoğraflar: Gonca Sağlık

Üç Yıldız ve Roman Kahramanı yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/uc-yildiz-ve-roman-kahramani/feed/ 0
İstanbul At Yarışları https://www.turrehberin.com/istanbul-at-yarislari/ https://www.turrehberin.com/istanbul-at-yarislari/?noamp=mobile#respond Fri, 30 Nov 2018 13:04:17 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=10941 İstanbul At Yarışları : 1800 Yıldır Bitmeyen Sevda İstanbul‘da 1800 yıldır değişmeyen ne var diye sorsanız, belki de aklınıza gelecek son şey, İstanbul At Yarışları ‘dır. Gerçekten de İstanbul, çok büyük boyutlarda düzenlenen at yarışlarına 1800 yıldan fazla bir süredir ev sahipliği yapmakta. Geçmişten günümüze İstanbul Yarışları Özellikle metro kazıları esnasında bulunan tarihi kalıntılar, İstanbul’un …

İstanbul At Yarışları yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
İstanbul At Yarışları : 1800 Yıldır Bitmeyen Sevda

İstanbul‘da 1800 yıldır değişmeyen ne var diye sorsanız, belki de aklınıza gelecek son şey, İstanbul At Yarışları ‘dır. Gerçekten de İstanbul, çok büyük boyutlarda düzenlenen at yarışlarına 1800 yıldan fazla bir süredir ev sahipliği yapmakta.

Geçmişten günümüze İstanbul Yarışları

Özellikle metro kazıları esnasında bulunan tarihi kalıntılar, İstanbul’un tarihinin M.Ö 4000’li yıllara kadar götürmekte. Ancak bizim yazımıza konu yaptığımız İstanbul at yarışları için mihenk taşı olarak alınabilecek tarih M.S. 2. yy.’a dayanmakta.

Roma İmparatoru Septimus Severus, Megaralılara ait olan Byzantion kentini büyük bir savaş sonrası ele geçirir. Ancak şehir çok büyük bir hasar görmüştür. Halkın da durumu hiç iyi değildir. İmparator kendi gücünü de yeni zapt ettiği topraklarda ki halka göstermek ister. Yeni bir şehir inşası başlar. Bu süreçte kimi tarihçilere göre M.S 196 yılında, kimilerine göre ise 203 yılında Antik Hipodrom olarak bilinen at yarışları ve gladyatör gösterilerinin yapılacağı alanın inşası biter. Biz alanın büyüklüğünü de ön görerek, 196 yılının başlangıç, 203 yılının ise hipodromun inşa bitiş tarihi olduğunu düşünüyoruz. İmparator aslında yeni ele geçirdiği şehri, Yeni Roma olarak inşa etmek istemektedir. Bu yüzden Byzantion Hipodromu, Roma’daki Circus Maximus benzeri olarak yapılır. Böylece, Byzantion halkı, Roma usulü at yarışları ve gladyatör eğlencelerinin tadıyla tanışır.

Konstantin Dönemi Hipodrom

Tarih ilerler Roma çok büyür ve artık tek bir noktadan yönetilemez hale gelir. Bunun üzerine Doğu Roma ve Batı Roma İmparatorluğu olarak, iki başla yönetilen bir imparatorluk haline gelir. İç savaşın daha da karışması sonucu Doğu Roma İmparatorluğunun başında bulunan I. Konstantin (Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus) tüm imparatorluğun tek elden başına geçti. Bu kısmı çok kısa geçiyoruz. İlerleyen zamanda, Byzantion’un stratejik nokta olmasından ötürü şehir, Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti oldu. Bu arada unutmadan söyleyelim, Konstantin, Hristiyanlığı kabul eden ilk Roma İmparatoru olarak tarihe geçmiştir.

13 Mayıs 330 tarihinde Byzantion kenti Nova Roma adıyla başkent olur. Yeni başkent, yeni bir yüze kavuşmalıdır. Tabii bu hipodromu da kapsar. At nalı şeklinde yeniden yapılan hipodrom, artık 480 metre uzunluğunda, 117 metre genişliğinde ve 100,000 kişiliktir. İstanbul at yarışları artık daha da büyük bir hipodroma sahiptir.

Bugün bu hipodroma ait kalıntıları İstanbul Arkeoloji Müzesinde, Türk İslam Eserleri Müzesi tabanında ve Sultan Ahmet Camii önünde bulunan At Meydanı denilen bölgede kısmen görülebilmekte.

Osmanlıda At Meydanı

I. Konstantin öldükten sonra şehir Constantinapolis olarak isim değiştirir. 1453 yılında Osmanlı Devleti tarafından fethedilene kadar geçen sürede, oldukça yıpranan şehirde, hipodrom artık bir viranedir. Zaten Haçlı seferleri esnasında yağmalanan Constantinapolis’in hipodrom parçaları Venedik‘e götürülmüştür. Bu bölgeye Osmanlı zamanında At meydanı denmeye başlanır. M.S. 532’de şehrin yaşadığı en büyük isyanlardan olan Nika İsyanı’nın olduğu bu nokta, Osmanlı’da da isyan noktası olarak işlev görür. İstanbul’un işgal edildiği esnasında düzenlenen Büyük İstanbul Mitingi (Halide Edip Adıvar’ın konuşma yaptığı) yine bu meydanda gerçekleşir.

Hipodrom’dan VeliEfendi’ye

İstanbul at yarışları, zaman içerisinde sekteye uğrasa da, hipodromu hep önemli ve tarihi olaylar ile anılmış. Günümüzdeki Veliefendi Hipodromu ise çok farklı bir hikayeye sahip. Sultan III. Mahmut tarafından bir iftira yüzünden sürgüne gönderilen dönemin Şeyhülislam’ı Veliyüddin Efendi‘ye özür mahiyetinde bir arazi verir. Bu arazi zamanla İstanbul halkının çok değer verdiği bir çayırlık haline gelir. Veliyüddin Efendi buraya çeşitli vakfiyeler yaptırarak, halkın kullanımında kalması için kendi vefatından sonrasını da düşünmüştür. Halkta bu iyiliği unutmamış ve buraya Veli Efendi Çayırlığı demeye başlamıştır. 1911 yılına gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir anlamda yakın dostu olan Almanların tavsiyesi ve arzusu sonucunda, İstanbul at yarışları’nın tekrar başlamasına karar verilir. Almanların en uygun yer olarak gördüğü Veliefendi Çayırlığı, bu amaçla Veliefendi Hipodromuna dönüştürülür.

Bugün Türkiye Jokey Kulübü bünyesinde, 596 dönüm arazi üzerine kurulu olan Veliefendi Hipodromu, 2020 metre uzunluğunda 27-36 metre eninde çim yarış pisti, 1870 metre uzunluğunda 17.5 -19 metre eninde sentetik yarış pisti ile “İstanbul At Yarışları”nın ev sahibi konumunda.

 

 

İstanbul At Yarışları yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/istanbul-at-yarislari/feed/ 0
Cem Polatoğlu Röportajı https://www.turrehberin.com/cem-polatoglu-roportaji/ https://www.turrehberin.com/cem-polatoglu-roportaji/?noamp=mobile#respond Thu, 19 Jul 2018 11:07:25 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=10428 Turizm Sektörünün Önde Gelen İsimlerinden Olan Cem Polatoğlu İle Sizler İçin Bir Röportaj Gerçekleştirdik. Turrehberin olarak, siz takipçilerimiz ile paylaşmak üzere, Türkiye turizm sektörünün önde gelen isimlerinden Sayın  Cem Polatoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdik. Bu röportaj ile başlayarak, bundan sonra zaman zaman, Türkiye’deki turizm sektörünün önde gelen isimleriyle gerçekleştirdiğimiz röportajları  paylaşacağız. Kimileri gerek sektörde gerekse …

Cem Polatoğlu Röportajı yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Turizm Sektörünün Önde Gelen İsimlerinden Olan Cem Polatoğlu İle Sizler İçin Bir Röportaj Gerçekleştirdik.

Turrehberin olarak, siz takipçilerimiz ile paylaşmak üzere, Türkiye turizm sektörünün önde gelen isimlerinden Sayın  Cem Polatoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdik. Bu röportaj ile başlayarak, bundan sonra zaman zaman, Türkiye’deki turizm sektörünün önde gelen isimleriyle gerçekleştirdiğimiz röportajları  paylaşacağız. Kimileri gerek sektörde gerekse halk önünde bilindik isimler olsa da, tamamı sektöre etki eden isimlerden oluşacak. Bu sayede, sektörün önde gelenlerini tanıma fırsatı bulacaksınız. Sözü fazla uzatmadan sizleri röportaj ile başbaşa bırakıyoruz.

Öncelikle, okuyucularımızın sizi daha iyi tanımaları amacıyla, bize kendinizden bahsedebilir misiniz?

Cem Polatoğlu, 1977″den beri Sektörde (Otel, Çarşı, Yurtdışı Acente, Profesyonel Turist Rehberi, Acente Sahibi) İ.T.Ü. Gemi inşaatı mezunu, Amerika“da Nord Caroline S.U. Master, Avusturya/ Viyana‘da W.T.Ü. de doktora çalışması. 1987″de Birleşmiş Milletler”de Deniz Hukuku Departmanında(USA), 1988″de IBM (İspanya) çalışma. 10 seneyi aşkın yurtdışı deneyiminde Amerika /İspanya /İtalya ve Avusturya”da büyük ve orta ölçekli seyahat acentelerinde, Türkiye”de ise kısa süreli ASYA TOUR ve DURU TURİZM çalışma deneyimli. JAYCESS Genç Müteşebbisler Derneği Türkiye Kurucu üyesi. Yurda dönüş ve 1994 PRONTOTOUR‘un kuruluşu. Devrederek 2003 yılında BARACUDATOUR‘un kuruluşu. 1994″den itibaren TÜRSAB‘da çeşitli komisyonlarda görevler. Son dört senedir TÜRSAB Boğaziçi B.Y.K. üyesi. Bildiği Diller; Çok İyi derecede; İspanyolca, İtalyanca, İngilizce ve Almanca (Tüm dillerden T.C Turizm Bakanlığı Kokartlı Profesyonel Turist Rehberi). Evli.2 Çocuk Babası.

Dünyada her noktaya turlarınız var. Hatta bu sizin sloganınız olmuş. Türkiye pazarı için hangi noktalar daha revaçta değerlendirebilir misiniz?

Evet, Tur Andiamo‘da sloganımız da “HARİTADA VARSA BİZDE DE VAR” Niş dediğimiz programlar yapmayı seviyoruz. Örneğin bu günlerde Güney Pasifik 2 ayrı turumuz kalkacak. Rotalar; Kribati, Tuvalu, Samoa, Tonga, Nauru, Niue, Fiji.

Geçtiğimiz son 2 yıl özellikle turizm sektörü için bir miktar problemli oldu. Sizin sektör içindeki durumunuz bu süreçte nasıl etkilendi?

Biz de çok etkilendik. %30’a varan kur artışı belki de 300 euro’luk Avrupa turlarında 300 TL fark etti. Müşteri sayısı açısından çok kaybımız olmadı. Ancak 7-8 bin euroya yakın maliyetlerdeki turlarımızda bu kayıp kişi başı 2.500 TL’larına vardı. Bu da bize %30-40 müşteri kaybı getirdi.

Sizce neden yurt dışı tatil yapılmalı. Misafirleriniz neden yurtdışını tercih ediyor?

Öncelikle bu dünya ölümlü dünya, üstelik çok küçük. Değişik kültürleri, tatları, medeniyetleri görmeden diğer tarafa seyahat etmek istemiyorlar. Önce bu tarafı bitirmek istiyorlar.

Döviz kurlarının Türk Lirası karşısında ciddi artışlar gerçekleştirdiği bir dönemdeyiz. Bu oluşum sizce yurtdışı turlarını nasıl etkiler?

Bilindiği üzere son 2 senede %30’un üzerinde kur kaybı yaşadık. Bu da bize aynı oranda müşteri kaybı getirdi.

Önümüzdeki 1 yıl içerisinde, özellikle outgoing turizm noktasında Türkiye beklentileriniz neler?

Turizm bir Alış-Veriştir. Yani tek taraflı turizm bir noktada sizi tıkar. Özellikle Türk insanının kullandığı gidiş uçaklarının dönüşünü biz yabancılarla dolduruyoruz. Bu da uçak maliyetini yarı yarıya düşüren bir unsur. Ayrıca gezen Türk insanı oralardaki ticaret olanaklarnı da ülkemize taşıyor. Tüccar, Sanayici yurtdışında kendi sektöründe gördüğü kaliteyi, fiyatı yakalamaya çalışıyor hatta geçip ihracata yöneliyor. Ben şahsen bunun onlarca örneğini yaşadım.

Sizce Türkiye pazarında yıldızı parlayan destinasyonlar hangileri?

Öncelikle Turizmde parlayan segmentler. başta Sağlık turizmi, 2. yaş turizmi, Dağcılık, Kuş gözetleme. Parlayan destinasyonlarımız ise Termal Bölgeler, Dini Peregrinasyon bölgeleri, Van, Kars, . Başta Gaziantep, Hatay olmak üzere Gastronomi şehirleri.

Sayın Cem Polatoğlu’na ve Tur Andiamo’ya turizme katkılarından ötürü teşekkür ederiz.

 

Cem Polatoğlu Röportajı yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/cem-polatoglu-roportaji/feed/ 0
Pasaport tarihi https://www.turrehberin.com/pasaport-tarihi/ https://www.turrehberin.com/pasaport-tarihi/?noamp=mobile#respond Sun, 29 Apr 2018 15:47:48 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=9726 Pasaport tarihi Pasaport tarihi deyince akla ilk gelen geçerlilik süresi olsa da burada gerçekten tarihi ile ilgili bir anlatım vereceğiz. Pasaport deyince herkesin aklına gelen, biometrik fotoğraf ile başvurulan, tonla para ödenip alınan, ardından da vize başvurularında elçilik veya konsolosluklardan ilk istenen evrak geliyor değil mi? Peki Pasaport tarihini biliyor musunuz? Hikayesi hakkında bilginiz var …

Pasaport tarihi yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Pasaport tarihi

Pasaport tarihi deyince akla ilk gelen geçerlilik süresi olsa da burada gerçekten tarihi ile ilgili bir anlatım vereceğiz. Pasaport deyince herkesin aklına gelen, biometrik fotoğraf ile başvurulan, tonla para ödenip alınan, ardından da vize başvurularında elçilik veya konsolosluklardan ilk istenen evrak geliyor değil mi? Peki Pasaport tarihini biliyor musunuz? Hikayesi hakkında bilginiz var mı? Veya hangi pasaportların en güçlü, hangilerinin en zayıf olduklarını biliyor musunuz? Gelin, nedir ne değildir öğrenelim bu pasaport olayını.

Pasaport ne demek?

İngilizce olarak Passport olarak isimlendirilen belgenin orijinal ismi nereden çıktı diye araştırmadan önce, biz de tam olarak bilmiyorduk. İsim olarak İtalyanca olduğunu zannettiğimiz kelimenin etimolojik kökeni Fransızca çıktı. Meğerse “Passport” değil “Passeport” imiş orijinal hali. Bizi ilk şaşırtan bu oldu ama devamı da ilginç. İzmir’deki Pasaport gibi, bir çok liman kentinde var olan bölgelere aynı isim verildiğinden, bu kelimenin anlamında bulunan “Port” kısmını limanlara bağlamıştık. Ancak o da yanlış çıktı. Burada kullanılan “port” liman değil sur kapısı imiş. Zira eskiden beri limanlar normalde serbest giriş alanları imiş. Ancak limanlardan içeri şehir kapısından girmek için izin gerekirmiş.

İlk Pasaport nerede kullanıldı?

Tarihte bu tür bir belgenin varlığı ile ilgili ilk bilgi, belki şaşıracaksınız ama, Tevrat ve Zebur’u kapsayan Musevi kutsal kitabı olarak anılan “Tanah” da kullanılmış. Pers Kralı I. Artaxerxes‘in emrinde çalışan Nehemiah, kutsal kitaptaki metinlere göre, Kraldan kendisini “Yahudia” topraklarında ki yöneticilere tanıtması için bir yazı vermesini talep etmiş. Böylece başka krallıkta rahatlıkla dolaşabileceğini söylemiş. Bu sayede JerusalemKudüs kentine gitmiş. Aslında bu belge tam olarak da bu oluyor. Kişinin kim olduğunu, hangi ülkenin bireyi olduğunu ve kimin izniyle sınır dışına çıktığını gösteren bir belge. Böylelikle pasaport tarihi için ilk başlangıç noktası olarak bu metni kabul etmiş oluyoruz.

Orta Çağ dönemlerinde ise İslam Halifelerinin, Müslümanlardan Zekat, Gayr-i Müslimlerden ise Cizye alınması karşılığında seyahat izin kağıdı verdiğini görüyoruz. Daha sonra ise ilk olarak İngiliz Kralı V. Henry, adamlarının başka ülkelere rahatlıkla girip çıkabilmeleri amacıyla bir evrak oluşturmuş. Hatta bu evraka yönelik ilk yazılı kayıt da “1414 yılı Parlamento kuralları” isimli belgede, 1540 yılında bulunmuş.

Osmanlı’nında “Sultan’ın İmparatorluğundan” diye sunulan bir Sınır Çıkış Belgesi var.

Osmanlı-Rus Pasaport Belgesi

Sonraki dönemlerde özellikle matbaa ve tren yollarının gelişimi, seyahat kültürünün de yayılmasına sebep vermiş. Böylelikle sadece tüccarlar değil, gezip görmek isteyenler de (o zamanlar henüz turist kavramı yok) bu belgeye sahip olmaya başlamış.

Günümüz kullanımıyla Pasaport

Birinci Dünya Savaşı sonrası bol miktarda göç ve kaçış oluşunca, pasaport kavramı yeni bir kullanım amacına kavuşmuş. Kimliğini ispat edebilme. Bu yüzden sahte evraklardan kaçınmak için belgelere yüz fotoğrafı ve tasvir kısımları da eklenmiş. 50’li yaşlarda şişman çirkin ve benzeri. Tabii İngiliz vatandaşları bunun ne derece insanlık dışı bir uygulama olduğu konusunda 1920 yılında isyan edince, Milletler Ligi (Günümüz ismiyle Birleşmiş Milletler) 1920 – 1926 – 1927 yıllarında toplanarak bir kurallar silsilesi oluşturmuş. Ama günümüzdeki halini ancak 1980 yılında alabilmiş. Pasaport tarihinde en önemli gelişme de sonuç olarak bu tarihte gerçekleşmiş.

En Güçlü ve Güçsüz Pasaportlar

Pasaportların gücü veya güçsüzlüğü, kaç farklı ülke tarafından vize istenmeden giriş sağlayabilmesi ile ölçülüyor. Toplamda 199 ülkenin pasaportlarının karşılaştırıldığı listenin 2018 yılı güncellemesine göre dünyanın en değerli pasaportu 164 ülkeye vizesiz girebilen Singapur Pasaportu. İkinci sırayı 163 ülke ile Güney Kore, üçüncü sırayı 162 vizesiz giriş ile Almanya ve Japonya alıyor. Yani ticaret hala pasaport için önemli ve geçerli bir sebep.

Aynı şekilde en kötüler incelendiğinde Afganistan, Irak, Pakistan ve Suriye en güçsüz 4 ülke pasaportu olarak son sıraları paylaşıyor.

Efendim. Türkiye’mi dediniz. Sıralama da 111 ülkeye vizesiz girebilme özelliği ile 89. sırada.

Gelecekte belki pasaport tarihini etkileyecek daha değişik olaylar gerçekleşebilir. Belki de pasaportlar gereksiz evraklar olarak sadece tarihi bir belge olarak kalacaklar. Bakalım, zaman bize ne gösterecek.

 

Pasaport tarihi yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/pasaport-tarihi/feed/ 0
Teknolojik Turizm – Eski Dönemin Sonu https://www.turrehberin.com/teknolojik-turizm-eski-donemin-sonu/ https://www.turrehberin.com/teknolojik-turizm-eski-donemin-sonu/?noamp=mobile#respond Sun, 01 Apr 2018 18:44:39 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=9630 Teknolojik Turizm – Eski dönemin sonu. Bireysel farklılaşma ve teknolojinin ilerleyiş hızına bakarak Teknolojik Turizm eski dönemi sonlandırıyor diyebiliriz. Eskiden seyyah veya gezgin diye adlandırılabilmek için, ömrünüzün epey bir kısmını at veya deve sırtında, farklı ülke ve/veya kıtalarda harcamanız gerekirdi. Ancak günümüzde 30 yaşınızı doldurmadan, Evliya Çelebi’nin bir ömür gezdiği yerlerin 2-3 katını rahat rahat …

Teknolojik Turizm – Eski Dönemin Sonu yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Teknolojik Turizm – Eski dönemin sonu.

Bireysel farklılaşma ve teknolojinin ilerleyiş hızına bakarak Teknolojik Turizm eski dönemi sonlandırıyor diyebiliriz. Eskiden seyyah veya gezgin diye adlandırılabilmek için, ömrünüzün epey bir kısmını at veya deve sırtında, farklı ülke ve/veya kıtalarda harcamanız gerekirdi. Ancak günümüzde 30 yaşınızı doldurmadan, Evliya Çelebi’nin bir ömür gezdiği yerlerin 2-3 katını rahat rahat gezebiliyorsunuz. Bu da turizm sektörünü çok hızlı ve kapsamlı hareket etmeye zorluyor. Ancak maalesef, gerek kurumlar, gerekse bireyler, bu hizmeti sağlayabilecek kapasitede değiller.

Alışılmış sistem nasıl işliyor.

Hepimizin içine doğduğu sistemde turizmin 4 ana bacağı ve 1 destek noktası var. Müşteri, Seyahat Acentesi, Ulaşım Bileşenleri ve Konaklama bu ana bacakları oluştururken, medya ve iletişim ise destek noktası. Çok standart olan bu sistemde, acente ve tur operatörleri, ulaşım bileşenlerini ve konaklama noktalarını kullanarak, müşterilerin genel kabul gösterdiği programları hazırlarlar. Medya ve iletişim kaynakları bu turların tanıtımı ve reklamı için mecra görevi görür. En nihayetinde müşteri gitmek istediği yer için fiyat / program karşılaştırması yapar ve satın alır. Bu sistemde en birincil risk seyahat acentesi veya tur operatöründedir. Zira gerek ulaşım, gerekse konaklama, para almadıkları işi yapmazlar. Ancak seyahat acentesi, bu riske girer, satışından emin olmasa da reklam yaparak müşterisine turu satmaya çalışır. Ardından da müşteri memnuniyetini üst seviyede tutmak için kıvranır. Konaklama ve ulaşım bileşenleri de müşteri memnuniyetini gözetler ancak onlar için bu işlem parayı garanti altına aldıktan sonra gerçekleşir. Bu sistemde müşteri, gerek yasalar, gerekse ticari sebeplerden ötürü hat safhada korunur. Terslikler yaşansa da büyük çoğunlukla müşterinin memnun olacağı şekilde düzeltilir.

Yavaş yavaş içine girdiğimiz sistem.

Peki Teknolojik Turizm nasıl işliyor. Bunu bir örnekle anlatmak gerek. İnternette merak edip bir ülkeye veya şehre yönelik arama yaptınız. Veya telefonunuz üzerinden yaşadığınız şehirden başka bir yerde sosyal medya hesaplarınızdan birine girdiniz. Öyleyse artık mega meta data unsurunun bir parçası oldunuz demektir. İnternet üzerinde girdiğiniz her yerde artık size o ülke veya şehir ile ilgili reklamlar gösterilmeye başlar. İşte bu sistem turizm için de işlemeye başladı. Özellikle havayolları ve oteller, ayrıca çevirim içi acente diyebileceğimiz web siteleri ve onların akıllı telefonlar için ürettikleri uygulamalar sizi verileri içine alır. Çevirim içi denilen acenteler, kredi kartınızdan parayı çekmek kaydı ile size en uygun fiyatlı uçak bileti, otel ve hatta restoran rezervasyonlarını yaparlar. Tabii üye olmanız birincil şarttır. Böylelikle her an ulaşılabilir olursunuz. Bu sistemde tüm riskler müşterinin omzundadır. Çünkü her hangi bir ters durumda, en fazla e-mail adresi ile şikayet kabul edilir. Kısaca ne yaptığınızı çok iyi bilmeniz gerekiyor. Zira yapay zekaya karşı yalnızsınız.

Müşteri için çevirim içi olmak.

Dünya üzerinde sayısı her yıl artmakta olan, seyahat temalı uygulamalar ve web siteleri bizi artık bir ayrımın eşiğine getirdi. Yapay zekanın insancıl tepkiler vereceğini sanan, veya sadece biraz daha ucuza gitmek uğruna tüm riskleri üzerine müşterilere karşı, alışılageldik turizmin sonuna gelmek üzereyiz. Aslında tamamen insan odaklı ve insan hizmeti ile sağlanan bir servis olan turizmde var olmak, ancak hizmeti veren taraf olarak mümkün durumda. Bu noktada havayolları ve otellerin çok büyük etkilenmeler yaşamayacağı açık. Ancak seyahat acenteleri, hizmet verme şekillerini çevirim içine geçirmedikleri takdirde, şirket bazında var olma savaşı vermeye başlayacaklar.

Çağrı Sağlık

Teknolojik Turizm – Eski Dönemin Sonu yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/teknolojik-turizm-eski-donemin-sonu/feed/ 0
Langkawi Adası: Turizm’de Parlayan Yıldız https://www.turrehberin.com/langkawi-adasi-turizmde-parlayan-yildiz/ https://www.turrehberin.com/langkawi-adasi-turizmde-parlayan-yildiz/?noamp=mobile#respond Fri, 09 Feb 2018 16:47:11 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=9131 Langkawi Adası: Turizm’de Parlayan Yıldız Türkiye’de yeni tanınmaya başlasa da, dünya genelinde çok tutulan ve adeta cennet olarak algılanan bir Langkawi Adası var. Belki daha önce duydunuz ve hatta şanslıysanız  gidip gördünüz. Ama bu şanslı kişiler arasında değilseniz, her bir yeri ayrı güzel olan ve 99 adadan oluşan bu adayı biraz tanımanızda fayda var. Bu …

Langkawi Adası: Turizm’de Parlayan Yıldız yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Langkawi Adası: Turizm’de Parlayan Yıldız

Türkiye’de yeni tanınmaya başlasa da, dünya genelinde çok tutulan ve adeta cennet olarak algılanan bir Langkawi Adası var. Belki daha önce duydunuz ve hatta şanslıysanız  gidip gördünüz. Ama bu şanslı kişiler arasında değilseniz, her bir yeri ayrı güzel olan ve 99 adadan oluşan bu adayı biraz tanımanızda fayda var. Bu konuda Turrehberin Langkawi Rehberi sayfasından faydalanabilirsiniz.

Malezya Turizm Bakanlığı İstanbul’da bulunan Tanıtma Ofisi üzerinden gerçekleştirdiği tanıtım çalışmalarıyla, bu cennet adayı  Türkiye’de akıllara kazımayı amaçlıyor. www.malezyatatilcenneti.com Adlı siteyi hayata geçiren tanıtma ofisi, aynı zamanda Türk seyahat acentelerinin Malezya turlarının tanıtımını da yapıyor. Biz de sizler için Langkawi’nin ünlü kumsallarını ve daha da ünlü olan otellerini derledik.

1- Andaman Hotel

Andaman Koyu’nda bulunan otel, upuzun kumsalı ve lüks hizmetleri ile göze çarpıyor.

Andaman

2- Meritus Pelangi

Adanın en eski 5 yıldızlı oteli olan Meritus Pelangi, oldukça uzun bir kumsala sahip. Otel adanın en güzel yerinde, alışveriş noktalarına ve merkeze yürüme mesafesinde. Havalimanına yakınlığıyla dikkati çeken otel, adanın en uygun fiyatlı 5 yıldızlı oteli konumunda.Meritus Pelangi

3 – The Danna

Ada’nın yeni yapılarından biri olan otel daha çok Koloni dönemi mimarisi ile göze çarpıyor. Mimari yapıda beyaz renk tercih edilmiş. Yapı, kumsalın beyazlığıyla adeta birleşmiş durumda.

4-Westin Hotel

Adaya son zamanlarda gelen zincirlerden birisi de Westin Hotel. Tabii ki Westin kalitesi bu otele de yansımış durumda. Ama bizi en çok kumsalı etkiledi.westin

5- St. Regis

Dünya standartlarında bir kalite olan St. Regis, adaya son gelen zincir otellerden. Westin ile hemen yan yana olan otel misafirlerini kendine hayran bırakacak cinsten.

6-Tanjung Rhu

Dünyanın en iyi 44. kumsalına sahip otel, adanın en sessiz noktalarından birinde. Tam bir balayı oteli. 

7- Four Season Langkawi

Söyleyecek hiç bir söz kalmıyor. Tanjung Rhu ile aynı kumsal üzerinden bulunan Four Season, lüks hizmet noktasında çıtayı çok çok yukarılara çekmiş durumda.

Avrupalı ve Türk turistin özellikle Eylül – Nisan arası tercihi olan Langkawi’ye, Kuala Lumpur’dan uçak ile ulaşım sağlanıyor. Henüz bu adayı keşfetmemiş olanlar için bir dip not. Adada yapılacak o kadar fazla aktivite var ki, denize girmeyi bile unutabilirsiniz. Bizden söylemesi…

Langkawi Adası: Turizm’de Parlayan Yıldız yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/langkawi-adasi-turizmde-parlayan-yildiz/feed/ 0
Cep telefonu Malezya’da daha ucuz https://www.turrehberin.com/cep-telefonu-malezyada-daha-ucuz/ https://www.turrehberin.com/cep-telefonu-malezyada-daha-ucuz/?noamp=mobile#comments Tue, 09 Jan 2018 12:51:56 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=9027 Cep telefonu Malezya’da daha ucuz Daha önce Iphone’lar ile ilgili bir yazı yazmıştık ama 2018 yılı ile ilgili araştırmamızda fark ettik ki, Samsung ve Huawei cep telefonu markaları da Malezya’da daha ucuz. Hatta Iphone harici telefonlar, Türkiye’ye nazaran çok çok daha ucuz. Malezya’nın özellikle elektronik sektörü ve bileşenleri ile ilgili önemli bir ülke olduğu zaten …

Cep telefonu Malezya’da daha ucuz yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Cep telefonu Malezya’da daha ucuz

Daha önce Iphone’lar ile ilgili bir yazı yazmıştık ama 2018 yılı ile ilgili araştırmamızda fark ettik ki, Samsung ve Huawei cep telefonu markaları da Malezya’da daha ucuz. Hatta Iphone harici telefonlar, Türkiye’ye nazaran çok çok daha ucuz.

Malezya’nın özellikle elektronik sektörü ve bileşenleri ile ilgili önemli bir ülke olduğu zaten çok uzun süredir bilinen bir gerçek. Ancak elektronik alışverişlerinde ön plana çıktığı ve hatta elektronik alışverişinde dünyanın sayılı merkezlerinden birisi olduğu konusunda bizi ilk uyaran CNBC kanalı olmuştu. Kozmetik ve diğer günlük eşyalarda da, özellikle gümrük vergisinin olmamasından dolayı çok ucuza alış veriş yapılabiliyor. Malezya‘da bu işin merkezi olma görevini ise Kuala Lumpur üstlenmiş durumda.

Türkiye ve Malezya’da ki cep telefonu markalarında en lüks ve pahalı olanlarını karşılaştırdık. 9 Ocak 2018 tarihi itibarıyla (1 TL =1.07 RM) aşağıdaki tablo ortaya çıktı.

Malezya cep telefonu

Bu karşılaştırma yapılırken, fiyatları firmaların kendi dükkan ve sitelerindeki resmi satış fiyatları olarak aldık. Dolayısıyla herhangi bir indirim harici peşin fiyatlar ile karşılaştırdık. Gördüğünüz gibi 900 TL ile 1800 Tl arasında değişen oranlarda fiyat farkları bulunmakta.

Malezya’ya nasıl gidilir

Türkiye’deki seyahat acentelerinin ve Türk Havayolları’nın da dahil olduğu bir tanıtım projesi kapsamında, Malezya Turizm Bakanlığı’nın Türkçe tanıtım sitesi olan www.malezyatatilcenneti.com adresinde bulunan acente turları ile bir taşla iki kuş vurabilirsiniz. Hatta birden fazla cep telefonu alırsanız vurulan kuşların sayısı artıyor. Malezya gibi uzak rotalara gitmek aslında sanıldığından kolay ve hatta ucuz olabiliyor. Şimdiden alıcısına hayırlı olsun.

Ek: Konuyla ilgili yeni en güncel yazımız için tıklayın

Cep telefonu Malezya’da daha ucuz yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/cep-telefonu-malezyada-daha-ucuz/feed/ 2