Gonca Sağlık, Turrehberin.com sitesinin yazarı. https://www.turrehberin.com/author/gonca/ Her an elinizin altındaki rehber Thu, 24 Aug 2023 09:08:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.turrehberin.com/wp-content/uploads/2016/07/cropped-favicon-32x32.jpg Gonca Sağlık, Turrehberin.com sitesinin yazarı. https://www.turrehberin.com/author/gonca/ 32 32 Kanlıca Gezi Yazısı https://www.turrehberin.com/yogurt-almaya-kanlica-ya/ https://www.turrehberin.com/yogurt-almaya-kanlica-ya/?noamp=mobile#respond Thu, 24 Aug 2023 08:57:49 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=16276 Kanlıca’ya Yoğurt Almaya… Kanlıca gezi yazısı yazmamız için canımızın Kanlıca Yoğurdu çekmesi gerekti. Eğer siz de yoğurt seviyorsanız gelin bizi takip edin. Yazımızda size hem yoğurdunu hem de Kanlıca’yı tanıtalım. Kanlıca nerede diyecek olanlar için hemen söyleyelim. Kanlıca Beykoz’da. Beykoz’un meşhur semti Kanlıca boğazın havası en temiz bölgesi. Hatta bir rivayete göre ismini de bu …

Kanlıca Gezi Yazısı yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Kanlıca’ya Yoğurt Almaya…

Kanlıca gezi yazısı yazmamız için canımızın Kanlıca Yoğurdu çekmesi gerekti. Eğer siz de yoğurt seviyorsanız gelin bizi takip edin. Yazımızda size hem yoğurdunu hem de Kanlıca’yı tanıtalım. Kanlıca nerede diyecek olanlar için hemen söyleyelim. Kanlıca Beykoz’da. Beykoz’un meşhur semti Kanlıca boğazın havası en temiz bölgesi. Hatta bir rivayete göre ismini de bu sebepten almış. Osmanlı sultanlarından biri emir vererek İstanbul‘un havası en temiz semtinin bulunmasını istemiş. Vezirlerden biri her semte kanlı et bulunan direklerin asılmasını ve en geç bozulan etin olduğu direğin havası en temiz semt olacağını söylemiş. Etlerin bozulmadığı tek sahil burası olmuş. Bu nedenle de ismi Kanlıca olmuş. Bu hikâye bir rivayetin ötesine geçemese de havasının temizliği tamamen gerçek.
Kanlıca Camii

Semt, FSM Köprüsü’nün Anadolu ayağında yer alıyor. Tarihi çok eskiye dayandığı için bölgede çok sayıda camii, çeşme, konak ve yalılar bulunuyor. Bu yapılardan en önemlisi iskelenin hemen yanındaki İskender Paşa Camii’dir.1560 yılında inşa edilen Camii günümüzde halen hizmet vermekte. Bir yeri keşfetmenin en önemli detayı sokaklarında yürümektir. Kanlıca, Arnavut kaldırımlı ve çiçeklerle bezenmiş sokaklarıyla sizleri karşılıyor.

kanlica-konak-turrehberin
Çeşit Çeşit Kanlıca Yoğurdu
Yoğurtçu Kafe Kanlıca
Kanlıca İskele

Semtin Simgesi Kanlıca Yoğurdu

Semtin simgesi hiç şüphesiz Kanlıca Yoğurdu. İneklerin beslendikleri otların özeliği nedeniyle sütün rengi pembeye çalıyor. Doğal olarak o sütten yapılan yoğurt da pembemsi bir renkte. Müdavimleri genelde bol kaymaklı yoğurdun üzerine pudra şekeri dökerek yiyor.  Kendi zevkinize göre üzerine dondurma koyabilir veya tadını değiştirmeden sade de yiyebilirsiniz. Yoğurt yemek için sahildeki kahvelere gidebilirsiniz. Boğaza sıfır konumdaki mekanlarda her çeşit tost, menemen ve kahvaltılık ürün bulmanız mümkün. Yediğiniz yoğurdu sıradan zannetmeyin, boğaza karşı yediğinizi de eklersek fiyatı biraz tuzlu. Fakat o keyfe değecek. İskele meydanındaki mekândan şahane manzarayı izleyin, kuşlara yem atmayı unutmayın.

Kanlıca ile bütünleşmiş bir yer de Mihrabad Korusu. Sahilde biraz dinlendikten sonra 25 hektar alan üzerinde bulunan Koru’ya gidip, içindeki mekanlarda bir Türk kahvesi için. Koru’nun parkları ve muhteşem Boğaz manzarası size çok iyi gelecek. Koru adını, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, Sultan III. Ahmet için yaptırdığı ama sonradan yıkılan Mihrabad Kasrı’ndan almış. En tepeye çıktığınızda Rumeli Hisarını tam karşınızda göreceksiniz. Yahya Kemal’in burada dinlendiği ve birçok eserini yazdığını biliyoruz.

Kanlıca Evleri

Mihrabad Korusundan Sahile- Kanlıca Sahil

Kanlıca’da gezilecek çok yer var. Yürümeyi seviyorsanız Mihrabad Korusu’ndan Kanlıca sahile doğru yürüyüp bu muhteşem semtin tadını çıkarabilirsiniz. Kanlıca sahili sağlı sollu yalılarla çevrili olduğu için yürüyüşe çok uygun değil. Birçok sanatçının yalısının burada olduğunu söyleyelim. Belki sevdiğiniz bir tanesini görme şansınız olur. Kim bilir?

Kanlıca yalıları gerçekten görülmeye değer. Asaf Paşa, Şefik Bey, Hacı Ahmet Bey, Ethem Pertev, Ferruh Efendi, Prenses Rukiye, Hekimbaşı Salih Efendi, Marki Necip yalıları gerçekten çok güzel. Buradaki en ilginç yapı: 1699 tarihi yapımı olan, en eski ahşap Osmanlı evi sıfatını taşıyan; Amcazade Yalısı’ndan geriye kalan divanhanesi. Ne yazıktır ki o da 2003 yılındaki yağmurlardan sonra neredeyse yıkılacak bir hale gelmiş durumda. Tarihi eserlerimize böylesine acımasız davranıldığını gördükçe insanın içini acıyor.

Kanlıca’ya geldiğiniz zaman çok güzel bir mesire yeri olan Kavacık‘a da uğrayabilirsiniz. Otağtepe de Kanlıca’nın tarihi mekanlarından biri. Burada Tema Vakfı’nın geliştirdiği Doğa Kültür Parkı bulunmakta. Kuzey Parkı ve Güney Parkı olarak iki ayrı şekilde düzenlenen parkta spor yapmak da mümkün. Eşsiz manzarada muhteşem Boğaz fotoğrafları yakalayacağınıza emin olabilirsiniz.

Kanlıca’ya Nasıl gidebilirsiniz:

Eminönü, Kabataş veya Beşiktaş’tan Üsküdar’a vapurla geçerek, Beykoz istikametine giden dolmuş veya otobüslere binerek Kanlıca’ya ulaşabilirsiniz. Dolmuşlar hemen İskele önünden, otobüsler ise yolun karşısından kalkıyor. Üsküdar-Kanlıca arası mesafe 13 km.
Kanlıca’ya ulaşım için bir diğer yol Çengelköy, İstinye ve her iki semtin arasındaki diğer semtleri de birbirine bağlayan şehir hatları vapur seferleridir. Ancak bu seferler maalesef çok az sayıda.

Kanlıca Gezi Yazısı yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/yogurt-almaya-kanlica-ya/feed/ 0
Kemerburgaz Yok Olmadan Önce https://www.turrehberin.com/yok-olmadan-once-kemerburgaz/ https://www.turrehberin.com/yok-olmadan-once-kemerburgaz/?noamp=mobile#respond Thu, 24 Aug 2023 07:05:03 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=1835 Büyük şehirde yaşıyorsanız mutlaka bir kaçış noktanız vardır ve İstanbul için Kemerburgaz, yıllarca İstanbulluların kaçış noktası olmuş. Kemerburgaz Kent Ormanı ve diğer piknik alanlarıyla bir sayfiye yerini andıran bölge, günümüzde şehirleşmenin esiri olmaktan maalesef kurtulamamış. Biz de “Kemerburgaz nasıl bir yer?” veya “Kemerburgaz’da ne yapılır?” gibi soruları bu yazıyla cevaplamak istedik. Kemerburgaz ve çok yakınındaki …

Kemerburgaz Yok Olmadan Önce yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Büyük şehirde yaşıyorsanız mutlaka bir kaçış noktanız vardır ve İstanbul için Kemerburgaz, yıllarca İstanbulluların kaçış noktası olmuş. Kemerburgaz Kent Ormanı ve diğer piknik alanlarıyla bir sayfiye yerini andıran bölge, günümüzde şehirleşmenin esiri olmaktan maalesef kurtulamamış. Biz de “Kemerburgaz nasıl bir yer?” veya “Kemerburgaz’da ne yapılır?” gibi soruları bu yazıyla cevaplamak istedik.

Kemerburgaz-turrehberin Kemerburgaz ve çok yakınındaki Göktürk İstanbul’a bağlı birer köymüş aslında. Temiz havası, ormanı ve sakinliğiyle inşaat şirketlerinin ve kalabalıktan kaçmaya çalışanların ilgisini çekmekte gecikmemiş. Günümüzde Göktürk sakin olmanın çok ötesinde, trafiği, çirkin ve yoğun yapılaşmasıyla maalesef şehir merkezinden farksız durumda. Fakat Kemerburgaz hala sakin ve kirlenmemiş yapısıyla ilgi çekmekte. Bölgede araziler inşaat firmaları tarafından parsellenmiş, iş makinelerinin gürültüsü o sakinliği çoktan bozmuş. Gelin, o güzellik de betonlaşmadan Kemerburgaz’ı birlikte keşfedelim.

1924 Mübadelesinde Selanik sancağına bağlı Müslüman Türklerin yerleştiği bölgenin eski adı Pirgos (Burgaz) ‘dır. Sonrasında farklı bölgelerden göç aldıysa da Rumeli özelliğini hiç kaybetmemiş. Bölge yıllar önce Sarıyer’e, sonrasında Eyüp ilçesine bağlanmış olmasına rağmen konum olarak Eyüp’e oldukça uzakta. Beldenin en önemli simgesi çevresini saran tarihi su kemerleridir. Bölge çok eski dönemlerden beri şehrin su ihtiyacını karşılayan bir merkez olmuş. Günümüzde dahi kaynak suları kullanılmaya devam edilmektedir. Kemerburgaz, Göktürk ve Bahçeköy girişlerine kadar uzanan kemerlerin temellerinin Roma döneminde atıldığı bilinmektedir. Ancak bugün görülen kemerlerin büyük çoğunluğu Mimar Sinan eseridir. Özellikle Göktürk girişindeki kemer 800 metre uzunluğundadır ve Sinan’ın en muhteşem eserlerinden biri. Su kemeri-turrehberinBu kemer tarihe Türkiye’nin en uzun su kemeri olarak geçmiştir.

Kemerburgaz nedir?

İstanbul Kemerburgaz tarihi boyunca mesire yerlerinden biri olmuştur. Deniz kıyısına 15 km. uzaklıktadır. Karadeniz’in Avrupa kıyısının temiz kumsalları oldukça ilgi çekmektedir. Özellikle yaz aylarında aşırı rüzgârlı olduğunu hatırlatmakta fayda var. Beldenin bir diğer cazibe merkezi de İstanbul’u çevreleyen en geniş orman olan Belgrad Ormanı’dır.

Özellikle hafta sonları piknikçilerin yoğun ilgisini çeken orman; 6 km’lik yürüyüş parkuruyla sporseverleri mutlu etmektedir. Sakinliği seviyorsanız, hafta sonu bu bölgeden uzak durmanızı tavsiye ederiz.
Kemerburgaz ev-turrehberinBölge insanı geçimlerini uzun yıllar sebze-meyve yetiştiriciliğiyle sağlamışlar. Kısa süre öncesine kadar Camii meydanında bu ürünlere ulaşabiliyor, dalından kopmuş sebzeleri satın alabiliyordunuz. Fakat belediye bu uygulamayı kaldırarak, insanları organik adı altında kurulan pazarlara muhtaç etti. Bunun sonucunda Kemerburgaz bölgesinin bir özelliği daha yok edilmiş oldu.

İştah açıcı yerler

Sebze tarımının bu kadar çok olduğu Kemerburgaz’ın turşuları da oldukça meşhur. Aklınıza gelen her sebzenin turşusunu çok uygun fiyatta satın alabilir, ikram edilen nefis turşu sularını içebilirsiniz. Turşucular hemen yol üzerindeki birkaç dükkândan ibaret. Özellikle Hacı Salih Turşucusu’nu tavsiye etmek isterim. Turşular - Kemerburgaz Deneyince göreceksiniz, muhteşem. Beldenin bir diğer önemli lezzet durağı ise meydanda bulunan Kardeşler Lokantası. Günün her saati dolu olan bu esnaf lokantası, döneri ve kuru fasulyesiyle ün salmış. Öğlen saatlerinde yer bulmanız neredeyse imkânsız. Lokantada saat 14:00 gibi döner tükeniyor haberiniz olsun. Yemek yediniz, şimdi sıra kahvede ve tatlıda. Meydanda yol ağzında eski, küçük, kapısında odunların olduğu bir dükkân göreceksiniz.

Meşhur Kemerburgaz Tulumbacısı

Kime sorsanız söylerler. İşte Kemerburgaz’ın meşhur tulumbacısı. Öğlen saatlerinden önce giderseniz ve şanslıysanız hanım göbeği de alabilirsiniz.Tarihi tatlıcı

 

Tatlıları aldınız. Şimdi istikamet Tarihi Kemerburgaz Kahvesi.

Tarihi Kahve içiMeydandaki bu kahveye kadınlar da çok rahatlıkla girip oturabiliyor. Tarihi dokusu, duvarlarındaki eski fotoğraflar ve Atatürk. Fonda da Zeki Müren çalıyorsa, közde pişen o muhteşem kahvenizi söyleyebilirsiniz. Bu kadar lezzetli Türk kahvesi içebileceğiniz öyle az yer kaldı ki. Kahve makinelerinin ruhsuz lezzetlerine muhtaç edildik. Ama bu kahve başka, köpüğü bol, mekân sahipleri güler yüzlü ve çok saygılı. Tulumba yiyerek kahve keyfi yapın, pişman olmayacaksınız. İlkbaharla birlikte el yapımı limonata satışı da başlıyor, bizden söylemesi.

Sokaklarında kaybolun

Yemekler yenildi ve kahveler içildi. Şimdi Kemerburgaz sokaklarında kaybolmaya hazır mısınız? Yol boyu güler yüzlü insanlar, kapıda oturan tatlı dilli teyzeler. Çocukluğumuzdaki evler, çiçekli balkonlar… Kemerburgaz’ı her ziyaret bir çeşit zamanda yolculuk gibi. Tarihi Kahvehane Birçok evin kapısı kilitli bile değil. İnsanlar birbirine güveniyor. Sokakta yürürken pencereden uzanan bir teyze bizi evine çay içmeye davet ediyor. Unuttuğumuz mutlulukları burada yaşıyoruz

Kemerburgaz’ı özel kılan çok önemli bir şey daha var. Burada tüm evlerde ve iş yerlerinde Türk bayrağı asılı. Al bayrağın gölgesinde gururla bir gezi yapacaksınız. Atasına saygı duyan bölge insanı, yapılan inşaatlardan ve bölgenin Göktürk gibi hızla yabancılaşacak olmasından dolayı çok endişeli. Biz de endişeliyiz. Bu güzelliklerin yok olup gitmemesini öyle çok istiyoruz ki…

Kemerburgaz Kent Ormanı

Cumhuriyet döneminde özellikle Selanik’ten göç edenlere tahsis edilen Kemerburgaz ve etrafındaki ormanı günümüzde tekrar önem kazandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin girişimleri ile bu bölge Kemerburgaz Kent Ormanı adı altında düzenlendi. Nihayetinde yaklaşık 1000 araçlık otopark alanı ve 6,5 km üstünde bir yürüyüş bölgesi olan bu noktaya, özellikle hafta sonları İstanbullular yoğun talep gösteriyor. Hafta sonu gerçekleşen kalabalık sebebiyle daha kaliteli bir gezi yapmak isteyenlerin hafta içi gelmesini tavsiye ederiz. Kent Ormanı içerisindeki baraj gölü ve çevresi güzel bir piknik alanı hüviyetinde. Yürüyüş ve bisiklet tutkunları için güzel bir aktivite merkezi olan bölgede, yeme-içme noktaları da unutulmamış. Bizim ziyaretçiler için yapacağımız en önemli uyarı ise etrafı kirletmemeleri ve doğaya zarar vermemeleri noktasında olacak. Tabii bir de araçlarını araba park noktalarına park etmeleri ve zaten dar olan yolları daha da daraltmamaları gerekiyor. Sonuçta arabanız sadece sizi oraya getirmek için bir araç. Onun da sizinle beraber oturması gerekmiyor.

Kemerburgaz’a nasıl gidilir:
Kemerburgaz şehrin hem dışında hem çok yakınında bir merkez. Kendi aracınızla gidecekseniz işiniz kolay. Levent, Maslak gibi merkezlere 20 dakika uzaklıkta. Yolda çok fazla kamyon olduğunu hatırlatmakta fayda var. Toplu taşım kullanacaksanız işiniz biraz zor, çünkü çok fazla dolanacaksınız. Şişli’den Göktürk dolmuşları kalkıyor. Otobüs tercih edecekseniz, Mecidiyeköy ve Levent’ten direkt otobüsle ulaşmak mümkün. Bir diğer seçenekler ise Eminönü ve Eyüp üzerinden gelmek. Eminönü’nden tek otobüs ulaşım imkânı sağlarken, Eyüp’ten hem dolmuş hem otobüsle beldeye ulaşmak mümkün. Kemerburgaz’dan geçen otobüs ulaşımı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Durak Bilgisi sayfasını kullanabilirsiniz.

Yazı ve Fotoğraflar: Gonca SAĞLIK (Güncelleme:18-07-2020)

Kemerburgaz Yok Olmadan Önce yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/yok-olmadan-once-kemerburgaz/feed/ 0
Beşiktaş – Bir Yaşam Biçimi https://www.turrehberin.com/besiktas-bir-yasam-bicimi/ https://www.turrehberin.com/besiktas-bir-yasam-bicimi/?noamp=mobile#respond Sat, 19 Aug 2023 08:30:16 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=6943 Beşiktaş- Bir Yaşam Biçimi Beşiktaş için İstanbul’un kalbi dersek yanılmış olmayız. Ruhu olan, yaşayan bir yer Beşiktaş. Şehrin en önemli geçiş noktasında yer almasının yanında, Türkiye’nin en köklü futbol takımlarından birinin yuvası olması da önemine önem katıyor. Bu güzel bölge adını, Barbaros Hayrettin Paşa’nın gemilerini kıyıya bağlamak için yaptırdığı beş adet sütun taştan almış. O …

Beşiktaş – Bir Yaşam Biçimi yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Beşiktaş- Bir Yaşam Biçimi

Beşiktaş için İstanbul’un kalbi dersek yanılmış olmayız. Ruhu olan, yaşayan bir yer Beşiktaş. Şehrin en önemli geçiş noktasında yer almasının yanında, Türkiye’nin en köklü futbol takımlarından birinin yuvası olması da önemine önem katıyor.

Bu güzel bölge adını, Barbaros Hayrettin Paşa’nın gemilerini kıyıya bağlamak için yaptırdığı beş adet sütun taştan almış. O dönemler bölgeye Beştaş denirmiş. (Barbaros Hayrettin Paşa Beşiktaş için önemli isimlerden biri. Sahilde iskelenin karşısındaki türbesi ve hemen karşısındaki heykeli dikkat çeken yapılar arasında.) Yıllar içinde isim değişmiş ve Beşiktaş olmuş.

Kaybolan Koy

Bir sahil semti olan Beşiktaş’ta 19. Yüzyıla kadar bir koy varmış. Ardından bu bölge doldurulmuş ve bu sebeple günümüze kadar gelen Dolmabahçe ismini almış. Semtin tarihine şöyle bir göz atıp, tarihi bilgileri doğru yazılmış tarih kaynaklarından öğrenmeliyiz diyerek sosyal mesajımızı da verdikten sonra yolumuza devam ediyoruz.

Beşiktaş, uzun bir sahile sahip. İskelenin yanındaki banklarda oturup Üsküdar’ı, vapurları ve eşsiz boğaz manzarasını izliyoruz. Beşiktaş KadıköyDerken Kadıköy iskelesine bir vapur yanaşıyor. İşte kartpostallara yaraşır bir görüntü. Zaman dursa dediğimiz bir an, hele yağmur da varsa…

İlk olarak deniz havasını içimize çekiyoruz ve böylece keşfetmeye hazır hale geliyoruz. Yol üzerinde yenilenmiş haliyle önemli müzelerden olan Deniz Müzesi yer alıyor. Beşiktaş Deniz Müzesi Meraklısı için ilginç bir ziyaret olabilir. Video veya fotoğraf çekmek isteyenlerin ilave ücret ödemesi gerektiğini de burada belirtelim. Hemen küçük bir not: Deniz Müzesi de dâhil bütün önemli noktalar ayrı yazılarda ele alınacağı için sadece kısa bilgiler vererek geçiyoruz.

Çarşı Her Şeye Karşı mı?

Işıklardan karşıya geçtik, Kabalcı Kitabevi’nin köşesinden kıvrılıp köy içine gitmek için yürüyoruz. Ah Kabalcı, bir semtin simgesi. Hızla değişen çok şey gibi kapandı gitti. Her şeyden önemlisi bir dönemin anılarını da alıp götürdü…Bu düşüncelerle yürürken sağda büyük çınar ağacına selam veriyoruz. Neredeyse tüm bölgeyi yemyeşil gösterecek kadar heybetli bu çınar ağacının daha nice nesilleri mutlu etmesini dileyerek yolumuza devam ediyoruz. Ve karşımızda ilk kartal heykeli. Semtin kokusunu hissetmemek elde değil ki. Sağa kıvrılıp büyük heykelin yer aldığı ve ‘Köy içi’ denilen bölgedeyiz. Etraf restoran ve doğal olarak insan ve heyecan dolu. Bu nedenle günün her saati hareketli. Tam göbekte duran lokmacıdan tarçınlı lokmamızı alıp bir süre dinleniyor ve balık pazarına gidiyoruz.

Mevsiminde tazecik balıkları bulabileceğiniz, hemen arkasındaki restoranlarda tadına bakabileceğiniz bölgedesiniz. Kendine has kültürü olan bu mekânlarda dost sohbetlerinin tadına doyulmaz.

Kitapçılar Diyarı

Beşiktaş aradığınız her şeyi bulabileceğiniz bir çarşı konumunda. Ucuz fiyata ayakkabıcılar sağlı sollu dizilmiş. 1milyonculardan pahalı markalara kadar çok çeşitli ürüne ulaşmak mümkün. Kuyumcular, tekstil ürünleri, aktarlar ve elektronik eşya satan dükkânlar. Hepsi emrinize amade. Semtte her şey var da en güzelleri kitapçılar. Beşiktaş’a gidince kitapçı gezmeden olmaz gibi gelmiştir hep. Semt neredeyse kitapçı cenneti. Her sokakta rastlamak mümkün. Burada yazarın uğrak yeri olan iki mekâna değineceğiz. İlki, Balık Pazarı’nın karşısındaki Mephisto. Sabah erken saatlerde gidin ki sakin olsun, fonda çalan şarkılarla mest olun, kitapların arasında kaybolun. Fakat kitap tercihleri biraz kısıtlı gibi. Zamanla seçeneklerin artmasını ümit ediyoruz. Kabalcı kapandıktan sonra o bölge için vazgeçilmez mekânlardan biri oldu bile. Bir diğer tavsiye de Akaretler yokuşunda Açık Öğretim bürosunun hemen karşısında yer alan Minoa kitap&kahve.

Mekâna girerken sağlı sollu ortancalar tarafından karşılanıyor, girer girmez kitapların ve kurabiye kokusunun büyüsüne kapılıyorsunuz. Saatlerce gezip sıkılmayacağınız bir yer burası. Çok da hoş bir cafesi var. Şahane salatalar, tatlılar ve kahve. Öğlen saatlerinde giderseniz yer bulmanız güç, ünlü bir simaya rastlamanız muhtemeldir.

Tarihi öneme sahip Akaretler son yıllarda Beşiktaş’ın lükse döndüğü yüzü olarak boy göstermekte. Bunu da ayrı bir yazıya saklıyor, Minoa’dan aşağıya doğru yürüyüp Şair Nedim sokakta ilerlemeye başlıyoruz. Beşiktaş çarşının bir üst paralelinde bulunan Şair Nedim geniş caddesi ve alışveriş seçenekleriyle ilgi çekiyor. Bizim bu caddeye giriş nedenimiz ise yolun ortasındaki Doğu Karadeniz Pidecisi’ne varmak. Gurme değiliz tabi ama az biraz Karadeniz pidesinden anlıyorsak buradaki pidelerin enfes olduğunu yazmadan geçemeyiz. Pideciden çıkınca sağa dönüp çarşıya inebilir, ya da devam edip pazara ulaşabilirsiniz. Beşiktaş Cumartesi Pazarı sadece bölge halkı için değil tüm İstanbul için önemli bir yere sahip. Elbiseden gıda maddelerine, ucuz taze sebze ve meyveden kozmetiğe kadar aradığınız her şey bu pazarda var. Fakat amacınız gezi ise cumartesileri bu bölgeye gelmeyin. Çok kalabalık, yürümek mümkün olmuyor.

Park yeri, yok olmayan sıkıntı

Park yeri bulmak zaten hayal. Hele pazarın tam karşısındaki Beşiktaş Evlendirme Dairesini de göz önüne alırsanız…Pazardan Teşvikiye’ye tırmanıp yürüyerek Nişantaşı’na ulaşmak mümkün. Fakat çok dik bir yokuş olduğunu söyleyelim. Tam tersi bir rota çizmek daha akıllıca olur. Neyse biz yolumuza devam edelim.

Pazardan aşağı inip göbekten sola dönünce şehrin göbeğindeki vaha Ihlamur Kasrı’yla karşılaşacaksınız. 1 TL. karşılığında bahçe kullanıma açık. Şehrin dışındaymış gibi hissederek bir kahve içip parkta oynayan çocukları izleyince, yoldan vızır vızır geçen arabaların sesini duymayacaksınız bile. Bahçedeki ördekler ve tavus kuşları da günün sürprizi olacak.

Moladan sonra Ihlamur Deresi caddesinden geri dönüyoruz. Yol boyu dükkânların arasından pencerelerinden sardunyalar sarkan evleri izleyerek yürüyoruz. Her yaşanmış semt gibi burası da mahalle dokusunun güzelliğiyle bizleri etkiliyor. Yolda mahalleli teyzelere selam veriyoruz. Burada insanlar birbirini tanıyor, Beşiktaş’ın yerlisi diye bir kavram var.

Çarşı ise Beşiktaş’ın içinde başlı başına bir semt durumunda. Büyük Beşiktaş Çarşısı ve Sinanpaşa’da her türlü kıyafet, ayakkabı, cd ve sınavlara hazırlık kitapları bulabilirsiniz. Moda’nın kalbi Beşiktaş Çarşı’da atıyor, bizden söylemesi. Semt içindeki Abbasağa Parkı’na değinmeden Beşiktaş yazısı olmaz. Bu park genellikle mahallelinin gittiği, çeşitli etkinliklerin ve buluşmaların yapıldığı, Ramazan ayında iftar sofralarının kurulduğu bir park. Barbaros Bulvarı’ndan kolayca ulaşabileceğiniz bu park, mahallenin kokusunu içine çekebileceğiniz önemli merkezler arasında yerini alıyor.

BEŞİKTAŞ Stadyumu / Kartal Yuvası

Beşiktaş bu gezmekle biter mi? Dolmabahçe yolunu asırlık çınarların gölgesinde yürümek, Dolmabahçe Sarayı’nda tarihin içinde gezinmek, Beşiktaş’ın mabedi Beşiktaş Stadyumu’nda kartal ruhuna bürünmek isteyenler için de elbette birkaç tavsiyemiz olacak. Stadyumdan başlayalım. Kartal yuvası, yenilenen yüzüyle Beşiktaşlıların gözdesi. Stadyumun hemen altındaki BJK müzesini gezip alışveriş yapmanız mümkün. Dolmabahçe Sarayı ise eşsiz güzelliğiyle Boğaz’ın en güzel yerinde ziyaretçilerini bekliyor. Saray’ın önünde Saat Kulesi’nin hemen altındaki çay bahçesi de denize sıfır konumu ile iyi bir mola tercihi olacaktır. Buraya girmek için Saray’ı ziyaret etmenize gerek yok, hatırlatalım.

Beşiktaş Yeşil Yol

Dolmabahçe-Beşiktaş arasındaki yol ise tam bir efsane. Lale mevsimine denk gelirseniz sağlı sollu rengârenk laleler eşliğinde yürümek çok keyifli oluyor. Bu yolu dümdüz yürüdüğünüzde yol sizi Çırağan Caddesi’ne çıkaracak. Yol üzerindeki eşsiz mermer kemerler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün şahane fotoğrafları sizlere görsel şölen sunacak.

Yol üzerindeki Yıldız Parkı ve Yıldız Sarayı da şehir içinde bir cennet. Fakat son zamanlarda devam eden inşaat ve yapım çalışmaları nedeniyle içeriye girmeniz sizi hüsrana uğratacak. Etrafta oldukça fazla olan sokak köpeklerinin tehlikeli olabileceği konusunda da bir küçük hatırlatma yaptıktan sonra yolumuzu hemen sol taraftaki Yahya Efendi Dergâhına çeviriyoruz.

Manevi yönden güçlü duygular hissettiren bu güzel Dergâha uğramak, çölde vaha bulmak kadar güzel…Şehir yaşamının olanca hızıyla aktığı bir cadde ve hemen üzerindeki huzur yuvası…Bahçesinden eşsiz Boğaz manzarasına tepeden bakabilirsiniz. Tüm bu mekânlar ayrı ayrı o kadar önemli ki, gezdikçe seviyor ve vazgeçemiyorsunuz.

Beşiktaş ‘ta yeme içme

Gurme değiliz desek de bir semti anlatırken nerede ne yenir ne yenmez yazmadan olmaz. Biz yazılarımızda tecrübe ettiğimiz mekânları anlatmaya dikkat ediyoruz. Pideciye üstteki satırlarda değinmiştik. Kahveyi de Minoa’da içtik. Bunun dışında son zamanlarda birçok yeni nesil kahve mekânları açılmış. Yeni mekânlara inat, Yedi Sekiz Hasanpaşa Fırını yıllara meydan okurcasına boy gösteriyor. Mutlaka ama mutlaka uğrayıp paskalya ve tuzlu çubuklarından alın. Çarşıyı gezerken mis gibi tereyağı kokan çubuklarınızı yiyin, Köy içinin hemen alt sokağındaki sokak kahvesinde demli çayınızı için. Zincir kahveciler ve restoranları sevmeyenlerden iseniz bu sokak kahveleri tam size göre. Tabureler üzerinde oturup derin sohbetlere dalın, sonrasında gelsin çaylar kahveler. Kahvaltı sever misiniz? Cevabınız evet ise Çelebioğlu Sokak’taki kahvaltıcılar tam size göre. Birbiri sıra kahvaltı mekânlarıyla dolu sokakta kalabalık ve sıra olduğunu görünce şaşırmayın, bu doğal ortamı. Beşiktaş’ın üniversitelerin merkezi ve öğrenci nüfusunun fazla olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda ekonomik fiyata kahvaltı veren bu mekânların neden bu kadar kalabalık olduğunu anlamak zor olmaz. Bir de dönerci ismi verelim, not alın. Bu mühim. Çünkü İstanbul’un en iyi dönercisi burası diyorlar. Beşiktaş DönerciBüyük kartal heykelinin hemen orada Karadeniz Döner. Önünde her daim sıra vardır, açık ayranı muhteşemdir, güler yüzlü hizmetin adresidir.

Yazıyı bitirmeden şehrin orta yerinde minik bir sahilin yerini tarif edelim mi? İskeleye inin, Bahçeşehir Üniversitesi yönünde ilerleyin, İDO iskelesinin hemen yanında minicik bir sahil göreceksiniz.Beşiktaş iskele Denizin sesi, boğazın kıyıya vuran eşsiz görüntüsü. İşte günü burada bitirin, pişman olmayacaksınız…

Beşiktaş yazısı şimdilik bu kadar…Şimdilik diyoruz, keşfettikçe sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz…

Nasıl gidilir:

İstanbul’da en kolay ulaşılacak merkezlerden biri şüphesiz Beşiktaş. Hatta öyle ki taa Bursa’dan bile gelebilirsiniz. İDO deniz otobüsü iskelesi artık Beşiktaş’ta. Üsküdar ve Kadıköy’den vapurla gelebilir, halk ve özel otobüslerle de çok kolay ulaşım sağlayabilirsiniz.

Yazı ve Fotoğraflar: Gonca Sağlık

Beşiktaş – Bir Yaşam Biçimi yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/besiktas-bir-yasam-bicimi/feed/ 0
Vefa : Sadece bir semt adı mı? https://www.turrehberin.com/vefa-sadece-bir-semt-adi-mi/ https://www.turrehberin.com/vefa-sadece-bir-semt-adi-mi/?noamp=mobile#comments Sat, 19 Aug 2023 07:50:14 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=9405 Vefa: Sadece bir semt adı mı?   İstanbul’un en eski ve en küçük semti Vefa’dayız. İnsandaki ‘vefa’ duygusunun anlatımıyla birleştirilmiş bir semt. Nice dizelere, nice öykülere ve umutlara konu olmuş. Semtin geçmişi Bizans’a kadar uzanıyor. Osmanlı ve Bizans döneminde devrin önde gelen bürokrat, tüccar ve bilim insanlarının yaşadığı bir semt olan Vefa, günümüzde terkedilmiş ve …

Vefa : Sadece bir semt adı mı? yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Vefa: Sadece bir semt adı mı?

 

İstanbul’un en eski ve en küçük semti Vefa’dayız. İnsandaki ‘vefa’ duygusunun anlatımıyla birleştirilmiş bir semt. Nice dizelere, nice öykülere ve umutlara konu olmuş. Semtin geçmişi Bizans’a kadar uzanıyor. Osmanlı ve Bizans döneminde devrin önde gelen bürokrat, tüccar ve bilim insanlarının yaşadığı bir semt olan Vefa, günümüzde terkedilmiş ve adeta yıkılmaya bırakılmış durumda.

Semt ismini, Şeyh Vefa Efendi’den alıyor. Fatih dönemi ve onu takip eden Sultan 2. Bayezid döneminin mutasavvıf ve ulemasından olan Şeyh Vefa Efendi, bu semte bir külliye yaptırmış. Şeyh Vefâ 1491 yılında hayatını kaybetmiş. Ölümünün ardından Fatih Sultan Mehmet kendisi adına bir cami ve bir çifte hamam inşa ettirmiş.

Unkapanı başlı başına bir hikâye zaten. Sahnelerin yıldızı olma ve keşfedilme heyecanıyla plakçıların kapısında bekleyen şarkıcıların durağı Unkapanı. O dönemin plakçılar çarşısı (İMÇ), bugün perdeci ve müzik aleti satan dükkânlarla dolu. Unkapanı üzerinden semte doğru yürüdüğünüzde bu köhne ama ayakta kalmaya direnen semtin etkisi altına giriyorsunuz.

Vefa’nın sivil ve resmi mimariye sahip pek çok eseri maalesef günümüze kadar ulaşamamış. Şeyh Vefa Külliyesi, Mimar Mehmet Ağa Camii, Şeb Sefa Hatun Camii ve Molla Gürani Camii semtin önemli yapılarından birkaçı. Diğer yandan Vefa Lisesi, Cibali Lisesi, Atıf Efendi Kütüphanesi, Ekmekçizade Medresesi ve Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi gibi köklü eğitim ve Kültür kurumları da Vefa semtinin içinde yer alıyor.

Booozaaaaaa

Boza deyince Vefa ismini hatırlamayanınız var mı? Semtin geleneksel ve bozulmadan günümüze kadar ulaşabilmiş mekânı günün her saati meraklı ziyaretçilerini ağırlıyor. Lezzeti marketlerde paketli satılan bozalardan pek farklı olmasa da tarihi dükkân görülmeye değer. Vefa Bozacısı’nın kuruluş tarihi 1876. Hacı Sadık Bey 1870 yılında Arnavutluk’tan İstanbul’a göç eder. O dönemde boza imalatı çok revaçta olduğu için bu işe girer. Zaman içinde kendi geliştirdiği yöntemle 6 sene evinin altında imalat yaparak sarayın çevresinde satmaya başlar. O tarihten günümüze dek ulaşan Vefa Bozasının hikâyesi işte böyle başlar.

Türk spor tarihinin önde gelen eski kulüplerinden biri olan Vefa Spor Kulübü de semtin simgeleri arasındaki yerini almış.

Döneminin yaşayış tarzıyla ilgili ipuçlarını her sokakta görebileceğiniz Vefa semtinde yıkılmaya yüz tutmuş çeşmeler ve tarihi mezar taşları dikkatimizi çekiyor. Bu değerlerin sahipsiz bırakılıyor olmasına yine çok üzülüyoruz. Semtteki manevi emanetlerden biri de Fatih devrinin büyük bilgini ve şairi Nasrettin Hoca’nın torunu Hızır Bey’in türbesi. Günün her vaktinde önünde dua edenlere rastlamak mümkün.

Ayın 1’i Kilisesi

Hızır Bey Türbesinden İMÇ’nin arkasına doğru ilerleyince karşınıza Ayın Biri Kilisesi adıyla anılan yapı çıkıyor. Buranın ünü oldukça yaygın. Tarih hakkında net bir bilgi yok. Bahçede tarihi kalıntılar görülüyor. Bu yapıya mı başka bir esere mi ait maalesef belli değil. Yapı, Vefa Ayazması veya Kilisesi olarak da biliniyor. Bu küçük yapının önünde her ayın 1’inde uzun kuyruklar oluşuyor. Dilek dilemeye gelip buradan anahtar alınıyor, sıraya girip alt kattaki ayazmada kutsal su içiliyor, anahtarla belli kutular açılıyor ve papazın önündeki kuyrukta beklenip dua isteniyor. Ayın 1’i dışında geldiğinizde ise bomboş ve kapalı bir kiliseyle karşılaşacağınızı belirtelim.

Bir dönemin seçkin semtlerinden biri olan Vefa’nın yerinde bugün yeller esiyor. Barındırdığı eserler ve geçmişiyle önemli bir değer olan bu semt, Eminönü, Bayezıt, Süleymaniye ve Zeyrek gibi çok önemli yerleşim yerlerinin komşusu durumunda. Bir gezi planıyla tüm bu bölgeleri aynı anda gezmeniz mümkün. Fakat bizim tavsiyemiz her birine birer gün ayırmanız olacaktır.

Vefa’ya Nasıl gidilir:

Semt şehrin kalbinde. Eminönü hattı otobüslerini kullanarak gidip, kısa bir yürüyüş turuyla ulaşabilirsiniz. Fatih-Laleli otobüslerini de kullanabilirsiniz.

Gonca SAĞLIK

Vefa : Sadece bir semt adı mı? yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/vefa-sadece-bir-semt-adi-mi/feed/ 2
Eminönü : İstanbul’un Gerçek Yüzü https://www.turrehberin.com/istanbulun-gercek-yuzu-eminonu/ https://www.turrehberin.com/istanbulun-gercek-yuzu-eminonu/?noamp=mobile#comments Sat, 19 Aug 2023 07:27:19 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=6544 İstanbul’un kalbinde bir bölge. Eminönü. Yazması hem çok zevkli, hem çok zor. Zor çünkü, sayfalara sığmayacak kadar önemli. Öyle bir yazıyla ‘yazdım, oldu bitti’ denemeyecek kadar önemli hem de… Biz bu yazıyı ‘Eminönü’ne giriş’ diye nitelendirsek daha uygun olacak. Eminönü hakkında bilgi ve Eminönü’nün tarihini kısa kısa vererek şöyle bir giriş yapalım. Zamanı geldiğinde camilerini, …

Eminönü : İstanbul’un Gerçek Yüzü yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
İstanbul’un kalbinde bir bölge. Eminönü. Yazması hem çok zevkli, hem çok zor. Zor çünkü, sayfalara sığmayacak kadar önemli. Öyle bir yazıyla ‘yazdım, oldu bitti’ denemeyecek kadar önemli hem de… Biz bu yazıyı ‘Eminönü’ne giriş’ diye nitelendirsek daha uygun olacak. Eminönü hakkında bilgi ve Eminönü’nün tarihini kısa kısa vererek şöyle bir giriş yapalım. Zamanı geldiğinde camilerini, o muhteşem han ve eserlerini tek tek yazarız elbet.

Eminönü Tarihi

İstanbul’da yaşayan ya da ziyaret eden hemen hemen herkesin mutlaka bir kere gittiği bir merkez Eminönü. Ticaretin kalbinin attığı, şehir merkezinin her köşesine ulaşımın mümkün olduğu bir yaşam merkezi. Yabancı belgesel programlarında bile İstanbul konusu işleniyorsa Eminönü-Sirkeci bölgesine yer verilmeden geçildiği görülmez. Eminönü, şehrin tarihi yarımada olarak bilinen kısmında, Haliç’in batısında yer alıyor. Osmanlı döneminde Deniz Gümrüğü’nün yani Gümrük Eminliği’nin bu bölgede yer alması sebebiyle Eminönü (gümrük önü) ismini almış. İngilizlerin 1. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’u işgal ettiği dönemde Yahudilerin yerleştiği bölge, 1955 senesine kadar mahalle kültürünün olduğu bir semt durumundayken, daha sonraları tamamen iş merkezi haline gelmiş. 2008’e kadar ilçe konumunda olan semt, o tarihten sonra Fatih Belediyesi’ne bağlanmış. Önce Doğu Roma’nın, Bizans’ın başkenti, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi olan bölgede, gündüz nüfusunun 2 milyonu geçtiği biliniyor. Yazı arasına serpiştirdiğimiz videolarla beraber gezmeye başlayalım mı?

Tarihi çarşılar bölgesi

Gün ortası iğne atsanız yere düşmeyecek gibi kalabalık olan tarihi Eminönü, geceleri tam tersine sessiz sakin. Bölgede her milletten insanı görmek mümkün. Turistlerin uğrak yeri, Türkiye’nin dört bir yanında ticaret yapanların toptan alışverişleri için vazgeçilmezi Eminönü. 1500 yıldır kesintisiz ticaret ve alışverişin merkezi olan tarihi hanlar, bugün yıkık-dökük ve ilgiye muhtaç.

Eminönü meydan dediniz mi akla ilk gelen iki yer hiç şüphesiz Mısır Çarşısı ve Yeni Cami. (Bu iki tarihi kıymeti özel yazı halinde paylaşacağımız için bu yazıda detaylarına girmiyoruz.)

Eminönü Mısır Çarşısı Çarşıya girince hemen sol taraftan gizemli merdivenleri tırmanarak çıkıp, penceresinden Galata manzarasına nazır eşsiz lezzetlerini tattığımız Pandeli de tekrar bizlerle birlikte. Mısır Çarşısı esnafı ise sadece turist odaklı satışlar yapmaktan ileriye gidemiyor. İnsanın kendi ülkesinde esnaf tarafından ikinci sınıf muamele görmesi çok üzücü ve ayrı bir yazı konusu. Bu nedenle işi bilenler tüm alışverişlerini Çarşı’nın arka tarafındaki dükkânlardan yapıyor.  Peynirciler, kuruyemiş ve sakatat dükkanları, kahve kokuları eşliğinde Mahmutpaşa’ya doğru çıkarken dilimizde o bilindik şarkı:

Yeni Cami’de mısır atmak kuşlara…Şimdi İstanbul’da olmak vardı…

Eminönü hakkında bilgi verirken atlanmaması gereken iki nokta var. Mahmutpaşa ve Tahtakale’. Bu iki alışveriş bölgesinde yok yok. Oyuncakçılar, sepetçiler, pasta malzemeleri, doğum günü-düğün-sünnet-doğum odası süslemeleri, nişanlıklar, gelinlikçiler, kırtasiye malzemeleri…Aklınıza ne gelirse her zevke, ihtiyaca ve bütçeye göre alışveriş mümkün. Mısır Çarşısı’nda turist gibi gezip, alışveriş için buralara gelmenizi tavsiye ediyoruz. Mısır Çarşısı’nın sol tarafında ise, kuş satıcıları, yemler, tohumlar ve her türlü çiçek ve bitkiyi bulmanız mümkün.

Bir dönem evlerdeki elektronik eşyaların alındığı bir merkezdi Doğubank. Bilmeyen var mı? Sirkeci İskelesi’nin karşısındaki sokaktan girince tarihi alışveriş günlerinin kokusunu alabilmek hala mümkün. Elektronik dükkânlarının pabucunu dama attığını düşününce o eski hummalı günlerinden uzak olduğunu tahmin etmek zor değil. Eskiden bütünü elektronik eşya satan dükkânlara ait olan han, bugün gözlükçü-saatçi cenneti olmuş durumda.

Eminönü sokaklarında gezmeye devam ediyoruz. Eminönü’nde gezilecek yerler öyle bir gün içinde gezip bitirilecek gibi değil. Gezerken dikkatimizi çeken ve bizi üzen, Avrupa’da bir şehirde olsa baş tacı edilecek değerde olan binaların harap, yıkık-dökük durumda olması. O işlemeler, üzerlerindeki heykellerle her biri birer mimari şaheser. Çoğu yıkılmaya yüz tutmuş, pencereleri kırılmış, yerlerine muşambalar tıkıştırılmış. İçerde soba veya ateş yakıldığını gösteren simsiyah isler duvarları boyamış. Koskoca bir tarih her türlü riske açık halde duruyor.

Eminönü : Yeme ve içme

Gezdiniz, yoruldunuz bir yemek molası vermek istediniz. Dört bir taraf restoran. Büyük Postane’nin arka sokağı dönerci dolu. Sokak aralarında börekçiler, pideciler. Ne ararsanız var.Eminönü Galata KöprüsüMeydandaki alt geçitten Galata Köprüsü’ne doğru çıkarken denizde yerini almış ve tarihi görünüm verilmiş teknelerdeki balık ekmekçileri göreceksiniz. Kalabalıktan ve kokudan rahatsız olmam, Galata Kulesi manzarasına bakarak balık ekmeğimi yer, üzerine de yol üzerindeki turşuculardan turşu suyu alır içerim diyorsanız; zevk sizin kim karışır? Közde kahve seviyorsanız Nimet Abla’nın dört bir yanındaki sokak kahvecileri emrinize amade.

Nimet Abla Eminönü
Nimet Abla

Eminönü’nün tarihi piyangocusu

Nimet Abla demişken, yeni yıl öncesi uzun kuyrukların oluştuğu Milli Piyango satıcısını yazmadan olmaz. Tüm ülkede tanınan bu satıcı kim bilir kimlerin hayallerine kavuşmasına aracı olmuştur? Meydandan biraz içeri yürüyünce tarihi binada boy gösteren Ali Muhiddin Hacı Bekir şekercisini göreceksiniz. Enfes akide şekerleri ve lokumlarını tatmadan geçmemenizi tavsiye ederiz. Şekercinin yer aldığı bu binanın aslı Hamidiye Kütüphanesi. Az ileride de Hamidiye Türbesi var. Önünden kokoreççilere yol gider, meraklısı için not etmiş olalım.

Eminönü’nün tarihi yapıları tüm güzelliğiyle sizleri bekliyor. Fakat o kalabalıklar içinde görüp seçmeniz oldukça zor. Bizden bir minik tavsiye, geziye gitmeden önce araştırın, not alın öyle gidin. Nerededir, açık mıdır kontrol edin. Büyük Valide Han’ı örnek verelim. Kapalıçarşı’ya çıkarken köşede öylece duruyor. Önünden geçip gidersiniz de fark edemezsiniz. Oysa çatısından muhteşem bir İstanbul manzarası göreceksiniz. İçi ayrı güzellikte ama yıkık dökük. Gözden kaçan bir eser de bir Mimar Sinan eseri olan Rüstem paşa Camii. Eminönü Rüstem Paşa Camii içiÇinileriyle ün salmış. Yerliler pek bilmez ama turistlerin uğrak yeridir. Sepetçiler çarşısı içinde levhalar ve mağazalar arasında kaybolup gitmiş.. Siz es geçmeyin, mutlaka girin ve gezin.

Eminönü : Tarihe yolculuk yaptıran müzeler

Eminönü’nde gezilecek yerler arasında tarihe yolculuk yapmak istiyorsanız ziyaret etmeniz gereken en önemli müzeler PTT Müzesi, İstanbul Demiryolu Müzesi (Sirkeci  Garı) ve İş Bankası Müzesi. Ücretsiz gezebileceğiniz bu müzeler, sizi tarihten günümüze haberleşme, ulaşım ve bankacılık hizmetlerinde bir geziye çıkaracak. Müzelerde sergilenen eşyalar kadar binaların tarihi dokusu da sizleri etkisi altına alacak, bizden söylemesi. Özellikle PTT Müzesi çok ilgimizi çekti.

Haşmetli merdivenleri, büyük pencereleri ile dikkatinizi çekecek Mimar Vedat Tek imzalı bu bina, bizi 60’lı yıllarda sevdiğine mektup atmak için postanede sıra bekleyen genç bir kızın yanına götürdü sanki.. Bu paragrafa bir de not eklemeden olmaz. PTT Müzesi’nden çıkınca hemen soldaki Art Nouveau floral motifli bezemeli Vlora Han’ı görmeden sokaktan ayrılmayın.

Eminönü’nde gezilecek noktaları bunlarla sınırlı değil. İstanbul kokulu bu güzel bölge işte böyle anlatmakla bitmez…Bu güzellikleri yaşamadan olmaz. Siz de bir yetmez birkaç gününüzü bu güzelliklere ayırıp, tarihin derinliklerine yol almaya ne dersiniz?

Yazıya ekleyemediğimiz Eminönü ve diğer İstanbul fotoğrafları için, Editörün Kadrajı bölümümüzün altındaki İstanbul Fotoğraf Galerisi kısmına bakabilirsiniz.

Eminönü için kayda aldığımız sohbeti dinleyerek daha detaylı bilgi almak isterseniz aşağıdaki video kaydımızı izleyebilirsiniz.

Eminönü’ne Nasıl gidilir?

İstanbul’un en hareketli noktalarından biri olan Eminönü, otobüs, tramvay, vapur ve son zamanlarda Marmaray ile ulaşımı en kolay yerlerden biri. Sirkeci iskeleden şehir hatları vapuruyla Kadıköy ve Üsküdar’a ulaşmak mümkün. Meydanda turşucuların ilerisindeki otobüs durağından şehrin birçok noktasına ulaşımı sağlamak mümkün. Diğer yandan Karaköy de bölgeye çok yakın olduğu için oradaki iskeleyi de kullanılabilirsiniz. Gezerek, atmosferi soluyarak gelmek isteyenlere tarihi Tünel’den fünikülere binip Karaköy’e inmelerini, oradan Galata Köprüsü’nü yürüyerek Eminönü’ne ulaşmalarını tavsiye edebiliriz. Bu yöntemle Galata üzerinden eşsiz Yeni Camii manzarası içinizdeki keşif heyecanını ikiye katlayacaktır.

Yazı ve Fotoğraflar: Gonca Sağlık

Eminönü : İstanbul’un Gerçek Yüzü yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/istanbulun-gercek-yuzu-eminonu/feed/ 1
Nişantaşı-Teşvikiye https://www.turrehberin.com/nisantasi-tesvikiye/ https://www.turrehberin.com/nisantasi-tesvikiye/?noamp=mobile#respond Sat, 19 Aug 2023 07:18:09 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=10656 Nişantaşı-Teşvikiye Nişantaşı diye başlığı okuyunca bunun bir alışveriş yazısı olduğunu düşünebilirsiniz. Uzun yıllardır bu semt için yaratılan algı sadece piyasa yapmak ve alışverişle ilgili olduğu yönünde. Fakat bunların çok ötesinde tarihi olan şehrin eskilerinden bir semtte, Nişantaşı’ndayız. Avrupa şehirlerini aratmayan sokakları, butikleri, el işçiliğinin en güzel örneği olan binaları ile alışverişin ve modanın merkezi olan …

Nişantaşı-Teşvikiye yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Nişantaşı-Teşvikiye

Nişantaşı diye başlığı okuyunca bunun bir alışveriş yazısı olduğunu düşünebilirsiniz. Uzun yıllardır bu semt için yaratılan algı sadece piyasa yapmak ve alışverişle ilgili olduğu yönünde. Fakat bunların çok ötesinde tarihi olan şehrin eskilerinden bir semtte, Nişantaşı’ndayız.

Avrupa şehirlerini aratmayan sokakları, butikleri, el işçiliğinin en güzel örneği olan binaları ile alışverişin ve modanın merkezi olan Nişantaşı şehri şehir yapan tarihi yapısıyla insanı mest ediyor.

Bölgeye ilk nişan taşını bugünkü Teşvikiye Camii’nin olduğu yerde III. Selim 1791 tarihinde diktirmiş. Sonrasında Abdülmecid döneminde bölge iskana açılmış. Harbiye Karakolu ve Teşvikiye Camii bu dönemde inşa edilmiş. Teşvikiye ismi de, halkı henüz bilinmeyen bu bölgeye yerleşmeleri konusunda teşvik edebilmek için konulmuş zaten. Hanedanın Topkapı Sarayı’ndan Dolmabahçe Sarayı’na ve sonrasında Yıldız Sarayı’na taşınması sebebiyle hanedan üyeleri, yüksek devlet görevlileri ve soylu misafirler tarafından tercih edilmiş. Bölgenin hızlı gelişmesinin ve tercih edilmesinin bir sebebi de, o dönem batılılaşmanın sembolü olan Pera bölgesine yakın olması. O dönemlerde üst gelir seviyesindeki kişilerin tercih ettiği bu semt, yıllar içinde şehrin en pahalı bölgesi olarak kalmaya devam etmiş.

Konaklar Semti

1920’lerde Konaklar semti olarak anılan Nişantaşı, bundan sonraki dönemde ise şehrin gelişimine paralel olarak hızla apartmanlaşmış.(Türk Edebiyatı’nın birçok eserinin hikayesi Nişantaşı’ndaki konaklarda geçmektedir.) Ancak bu süreç sırasında belli bir mimari özen ve tertipe bağlı kalınmaya çalışılmış. Çarpık kentleşme süreci sırasında, şık konaklar ve 3-4 katlı lüks apartmanlardan sadece birkaç cadde öteyi mesken edinen çingenelerin kurdukları evlerin, kapattıkları dutlukların çevresine tenekeler dizmesi sebebiyle “tenekeli mahalle” olarak anıldığı da biliniyor.

Nişantaşı semtinin isminin nereden geldiğini merak edenler için hemen yazalım:  Eski zamanlarda padişahlar sık sık ava çıkarlarmış. İşte bu avlar veya özel olarak düzenlenen ok atma yarışları sırasında, rekor sayılabilecek uzaklıklara ya da bizzat padişahlar tarafından en uzağa atılan okların düştükleri yerlere anıtsal olarak “nişan taşları” dikilirmiş. Bahsi geçen ok atma yarışlarının ise Okmeydanı’nda yapıldığı söylenir. Okun oralardan bu bölgeye atıldığını düşününce, şehrin o zamanki halini hayal etmek gerçekten güç oluyor. Bölge o dönemde tamamen dağlık orman arazisiymiş.

Nişantaşları

Semtte hala ayakta kalan 5 Nişantaşı ise şunlar: Teşvikiye Camii Avlusu (giriş kapısı yanı) – 1790-91 – III.Selim, Teşvikiye Camii Avlusu – 1811 – II. Mahmut, Harbiye Karakolu Önü – 1853-54 – Abdülmecid (bölge iskana açıldığında ilk dikilen bu nişantaşıdır. Kare kesit yekpare mermer bir yapıdır), Teşvikiye Caddesi ve Valikonağı Caddesi Kesişimi – 1853-54 – Abdülmecid (Yapı itibariyle Harbiye Karakolu önündeki taşa benzemektedir. Bu nokta Nişantaşı semtinin merkezidir), Ihlamur Yolu Caddesi Üzeri – Çınar Apt. Bahçesi – ? – Abdülmecid. Karakolun önünde ve nişantaşı merkezde dört yol ağzında bulunan taşlar aynı özelliktedir. Bu taşların üzerinde “Eser-i Avatıf-ı Mecidiye Mahalle-i Cedide-i Teşvikiye” (Abdülmecit’in karşılıksız iyilikseverliğinin eseri olan yeni Teşvikiye Mahallesi) ibaresi yer alıyor.

Semtin en eski ve görkemli yapılarından biri Teşvikiye Camii. Padişahın atış talimleri yaptığı sırada ibadet edebilmesi için kurulan küçük mescit ve sonrasında inşa edilen camii, bölgenin ilk binası olma özelliğini taşıyor. Karakol binası da durup izlenmesi gereken eşsiz yapılardan biri. Valikonağı Caddesi Nişantaşı’nı ortadan ikiye bölüyor. Harbiye Askeri Müzesi de yine bu caddenin başlangıç kısmında bulunuyor. Alışverişin popüler caddeleri ise her iki tarafta da yer alan Rumeli Caddesi, Teşvikiye Caddesi ve Abdi İpekçi Caddesi’dir. Mağazaların, binaların ve kalabalığın arasında kalan, çoğu zaman gözden kaçan öyle eşsiz yapılar var ki.. 19. Yüzyılın mimarisinin bu güzel örneklerini görüp anlamak, kıymetini bilmek bu şehri sevmek kadar önemli.

Mevsim sonbaharsa şehirde keşif zamanıdır. Siz de romanlara konu olmuş bu semti gezin, keşfedin, meydandaki parkta açılan el işi tezgahları dolaşın. Ne güzel bir şehirde yaşadığını anlayınca, kıymetini daha çok bilir insanoğlu.

Nasıl gidilir:

Nişantaşı, şehrin en kolay ulaşılabilen semtlerinden biri. Metro Osmanbey durağında inip sokaklar arasında havayı koklayarak merkeze ulaşabilirsiniz. Bölgeye dolmuşla gelmek de mümkün. Beşiktaş’ta Deniz Müzesi’nin karşısından, Taksim’de Gezi Pastanesi’nin önünden ve Eminönü sahilden vasıtaya binip Nişantaşı’na kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Yürümeyi sevenler için biraz yokuşlu da olsa şahane iki rotamız varç Birincisi Beşiktaş pazaryerinden yukarı tırmanmak olacaktır. Sağ tarafta eski mahalleyi görecek; tırmandıkça eşsiz mimari eserlerle karşılaşacaksınız. İkinci yol ise Beşiktaş merkezinden Akaretler’i takip ederek yokuştan Maçka Demokrasi ve Özgürlük parkına doğru çıkmak olacaktır. Şehrin eski ve kıymetli eserlerini seyrederek çıkacağınız bu yokuş, inanın yorgunluğunuza değecek. Maçka Kışlası’nın karşısındaki şahane çeşmenin altından teleferik’e binip, şehirde bu farklı tecrübeyi yaşamanız da özel tavsiyemiz olacaktır.

Gonca SAĞLIK

Nişantaşı-Teşvikiye yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/nisantasi-tesvikiye/feed/ 0
Balat: İkinci Baharını Yaşayan bir semt https://www.turrehberin.com/ikinci-baharini-yasayan-bir-semt-balat/ https://www.turrehberin.com/ikinci-baharini-yasayan-bir-semt-balat/?noamp=mobile#respond Thu, 17 Aug 2023 10:14:57 +0000 http://www.turrehberin.com/?p=1823 Balat: İkinci Baharını Yaşayan bir semt   İstanbul’un kalbinde, Fener ile Ayvansaray arasında gerçek değerinin anlaşılması için bekleyen bir vaha. Adını eski Yunanca’da ‘saray yeri’ anlamına gelen Palatia’dan alıyor Balat. Bu yazıda anlatmadığımız Balat’te bulunan lezzet noktalarını, Balat’ın tatları adlı yazımızda bulabilirsiniz Tarih boyunca ağırlıklı olarak Musevilerin, özellikle ‘Sefaradim’ diye adlandırılan İspanyol Musevilerinin yaşadığı bir semt. …

Balat: İkinci Baharını Yaşayan bir semt yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Balat: İkinci Baharını Yaşayan bir semt

 

İstanbul’un kalbinde, Fener ile Ayvansaray arasında gerçek değerinin anlaşılması için bekleyen bir vaha. Adını eski Yunanca’da ‘saray yeri’ anlamına gelen Palatia’dan alıyor Balat. Bu yazıda anlatmadığımız Balat’te bulunan lezzet noktalarını, Balat’ın tatları adlı yazımızda bulabilirsiniz

Tarih boyunca ağırlıklı olarak Musevilerin, özellikle ‘Sefaradim’ diye adlandırılan İspanyol Musevilerinin yaşadığı bir semt. Daha sonra Rumlar, Ermeniler ve Türkler de yerleşmiş. Bir dönemin gözde semtlerinden olan Balat, zaman içinde kimsesizliğine terk edilmiş. Evler ve tarihi değerler bakımsız kalmış, şehrin güvenlik zafiyetinin yaşandığı bir bölgesi haline gelmiş. Gözden uzak, yıkık-dökük ve kozmopolit yapısıyla zamanla değeri azalan bölge, 2005 senesinde başlayan dönüşüm projesiyle tekrar hayata dönmeye çalışıyor. UNESCO tarafından da koruma altına alındıktan sonra ismi duyulmaya, yerli ve yabancı turistler tarafından ilgi görmeye başlamış. Fotoğrafçıların sokaklarını arşınlamaya başlaması ve sosyal medya kullanımının artmasıyla bölge insan akınına uğramış.

Farklı bir dokuyu keşfedeceğinizi gezinizin ilk dakikalarında anlayacaksınız. Bir tarafta Arnavut kaldırımlı sokaklar, iki veya üç katlı cumbalı evler diğer taraftan yalın ayak gezen çocuklar ve kapı önünde el işi örüp komşusuyla sohbet eden kadınlar. İşte Balat’tasınız.

Daha ilk dönemeçte karşımıza çıkan sokakta, evler arasına gerilmiş iplere asılan çamaşırlar dikkatimizi çekiyor. Yaşam tüm doğallığıyla sürerken siz mest olacaksınız. Yokuşları tırmanıp Haliç’e tepeden bakma heyecanı yaşarken, rengârenk evlerden bir müzik sesi gelecek kulağınıza. Öylece durup çok eskilere dalacaksınız. İşte o an zaman duracak, zihniniz bambaşka bir döneme gidecek. Tarihin eşsiz dokusuyla donatılmış bir şehirde yaşadığınıza şükrederken, bir bakmışsınız en tepeye tırmanmışsınız.

Fener Rum Lisesi

Karşınızda muhteşem mimarisi, rengi ve haşmetiyle Fener Rum Lisesi.Fransa’dan getirtilen kırmızı tuğlalarla inşa edilen okul Kırmızı Mektep olarak da anılmakta. Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli görevlerde bulunan çok sayıda Fenerli Rum’un eğitim gördüğü okul, bugün sadece 20 öğrenciye eğitim vermekte. Uygun açı ile fotoğraf çekebilmek için bir hayli uğraştığımızı söylemeliyiz. Zira okulun içine giriş ancak özel izinle oluyor. Balkonundan bizi izleyen mahalleli yaşlı bir teyze evinin çatısından çok daha iyi görüntü alabileceğimizi söyleyerek bizi davet etti. Teyzeyi buradan sevgiyle anıyoruz.) Bölgedeki bir diğer okul ise Yuvakimyon Kız Lisesi. Manzarası harika olan bina şu anda boş durumda. Bu muhteşem yapıyı görüp fotoğraf çektikten sonra, şöyle bir durup Haliç’in eşsiz güzelliğine tepeden bakmayı ihmal etmeyin.

Balat Sancaklar Yokuşu

Balat Sancaklar Yokusundan HaliçBölge her ne kadar yeniden yapılanıyor ise de çoğu bina maalesef içler acısı durumda. Restorasyon haberlerinden heveslenip, gıcır gıcır binalar hayal ediyorsanız, hayal kırıklığı yaşayacağınızı şimdiden söyleyelim. Yenilenen ve farklı renklere boyanan evlerin sayısı hala çok az. Sancaklar Yokuşu’ndan aşağıya doğru inerken karşınıza neredeyse semtin simgesi haline gelmiş bina ve mermer çeşme çıkacak. Binanın pencereleri yıkık dökük, çeşmenin yerinde ise yeller esiyor. Çeşmeyi yerinden söktükleri yetmemiş, yerine bir de pencere açmışlar. Tarihi değerleri nasıl hoyratça yok ettiğimizi gördükçe üzülmeyenimiz var mı? Yanından geçip gidiyoruz, bakıyoruz. Sadece bu kadar. Korumak için ne yapıyoruz?

Balat, son yıllarda artan popülerliği sayesinde birçok sanatçının atölye açtığı, hatta yaşamını sürdürdüğü bir yer haline gelmiş. Sahil yolu boyunca kocaman demir kapılar ardındaki yaşam alanları oldukça ilginç. Birçoğu dizi ve filmlerde çekim malzemesi olarak kullanılmış. Kahve içmeyi ve sanatı seviyorsanız yaşadınız. İrili ufaklı birçok sanat galerisi aynı zamanda bir kahve mekânı işlevi görüyor. Sanat eserlerini seyrederek kahvenizi içebilir, beğendiğinizi satın alabilir, hatta şanslıysanız bir sanatçıya denk gelip uzun uzun sohbet edebilirsiniz.

Kahve molasından sonra, bölgenin çok dinli yaşam tarzını yansıtan ibadethanelerini keşfe çıkabilirsiniz. Bölgede Musevi, Hristiyan ve Müslüman cemaate ait çok kıymetli mekanlar bulunmakta. Kiliseler özellikle sahilde tüm haşmetiyle boy göstermekte. Aya Nikola, Aya Yorgi, Fener Rum Patrikhanesi, Aya Dimitri Rum Kilisesi ve Bulgar Stevi Stefan Kilisesi önemli tarihsel zenginliğe sahip yapılar. Balat’da biri ibadete kapalı iki Sinagog bulunmakta. Yanbol ve Ahrida Sinagogları tarihin sessiz tanıkları gibi.

Cibali

Büyük ustanNejat Uygur’un ünlü tiyatro eseri Cibali Karakolu’nu bilmeyenimiz var mı? İşte bu karakola adını veren o meşhur Cibali Kapısı da Balat’ın görülmesi gereken yerlerinden. İstanbul’un fethi sırasında Cebe Ali Bey liderliğindeki Yeniçeriler bu kapıyı kırarak şehre giriş yapmışlardır. Yolun devamında Haliç surları var. Surların büyük kısmı maalesef bakımsız ve harap durumda.

Tahta Minareli Camii - BalatDoğu Roma döneminden kalma güzel bir eser ise Gül Camii. Yapının 11. Yüzyılda inşa edildiği tahmin ediliyor. Dini yapı 1499 yılında camiye çevrilmiş. Bölgenin eşsiz mimari eserlerinden biri de çarşı içinde bulunan Tahta Minareli Camii. Cami, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1458 yılında yaptırılmış. Uzun bir süre bakımsız kalan bina, 1865 tarihinde yenilenmiş. Yenilenme sürecine dek tahta olan minare günümüzde taştandır. Birçok sanat etkinliğine ev sahipliği yapan Küçük Mustafa Paşa Hamamı da görülmesi gereken eserlerden biri olarak gezi notlarınız arasında yer almalıdır.

Müzeler müzeler müzeler…

Balat’a kadar gelmişken Kariye Müzesi’ni görmeden dönmek olmaz. Dışarıdan sade görünen fakat içi rengarenk ve süslü olan bu Bizans yapısı başlı başına bir yazı konusu olur.

Müze gezmeyi seviyorsanız Kadir Has Üniversitesi içindeki Rezan Has Müzesi’ni gezebilirsiniz. 1995 yılına dek Cibali Tütün Fabrikası olarak hizmet etmiş müze Urartulardan kalma çok kıymetli bir takı koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor.

Bölgedeki bir diğer eser ise Kadın Eserleri Kütüphanesi. Eski bir Fener konağının restore edilmesiyle 1990 senesinde kurulan kütüphanede, aile arşivleri, kadın konulu tezler, makaleler ve çok nadir bulunan eserler muhafaza ediliyor. Çoğu kimsenin habersiz olduğu bu kütüphane kadınlar için adeta bir bilgi merkezi durumunda ve yepyeni projeleri hayata geçirmek için çalışmalar yapılmakta.

Balat02-turrehberinBölge, artan değeriyle birlikte emlakçıların ve yatırımcıların gözdesi olmuş durumda. Satılık ve kiralık değerleri oldukça yüksek. Sokak aralarında gezerken dört yandan yenilenen binalardaki inşaat seslerini duyacaksınız. Tek dileğimiz, restorasyonların aslına uygun şekilde yapılması.

Balat Çarşısı

Gezilerin vazgeçilmezini en sona sakladık. Alışveriş. Bölge küçük büyük antikacılarla dolu. Eski eşya severler için bulunmaz fırsat denilebilir. Üstelik Çukurcuma kadar pahalı değil. Balat’ın merkezinde yer alan Çıfıt Çarşısı ise sizi eskilere götürecek. Osmanlı döneminde Yahudilerin yoğun yaşadığı yerlere ‘Çıfıt’ denirmiş. Çarşı, ismini oradan almış. Cıfıt Çarşısı BalatTicari zekâlarıyla ünlü olan Yahudiler, farklı ürünlerin farklı bölgelerden satın alınması yerine; tüm ürünlerin bir arada bulunabileceği bu çarşıyı kurmuşlar. Çarşıda eczaneden ayakkabı tamircisine, şekerciden oyuncakçıya, terziden fırına kadar pek çok şeyi bulabilirsiniz. Kaybolmaya yüz tutmuş zanaatkârların dükkânları ise adeta çarşının sembollerinden. Çıfıt Çarşısı günümüzde Balat Çarşısı olarak da anılmakta.

Çarşının hemen devamında Leblebiciler Sokağı üzerinde bir mekân dikkatinizi çekecek. Agora Meyhanesi. Agora Meyhanesi BalatYıllarca Zeki Müren ve Müzeyyen Senar’dan dinlediğimiz o meşhur şarkıyı mırıldanmaya başlamamak içten değil. Tarihi 126 sene öncesine uzanan Agora, dönemin sanatçı, yazar ve ünlü isimlerinin uğrak yeri olmuş. Özdemir Asaf’ın sekiz köşeli meyhanenin müdavimi olduğu ve her köşesinde şiirlerini yazdığı biliyoruz. Meyhanenin ilk açıldığı yıllardan beri değişmeyen bir özelliği kapısında duran kandil. Bu kandil meyhane açık olduğu sürece yakılı olurmuş. Bu gelenek günümüzde de yaşatılmakta. Yunancada Agora ‘toplanma yeri’ anlamına gelmekte. Bir dönem kapalı olan meyhane son yıllarda eski popülerliğine geri dönmüş durumda.

Şehrinizde turist olmak istiyorsanız bu fırsatı kaçırmayın, Balat’a gidin.

Nasıl gidilir:

Balat’a ulaşmanın en kolay yolu Eminönü meydana gelip oradan belediye veya özel halk otobüslerine binmektir. Sahil yolunu kullanan otobüslerle bölgeye ulaşmak mümkün. Eyüp yönündeki tüm otobüsler de ulaşım için kullanılabilirsiniz. Deniz yoluyla gitmek isteyenler, şehir hatlarının Haliç hattını veya özel deniz taksileri kullanabilirler.

Gonca Sağlık

Balat: İkinci Baharını Yaşayan bir semt yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/ikinci-baharini-yasayan-bir-semt-balat/feed/ 0
Adana günübirlik nasıl gezilir? https://www.turrehberin.com/adana-gunubirlik-nasil-gezilir/ https://www.turrehberin.com/adana-gunubirlik-nasil-gezilir/?noamp=mobile#respond Thu, 17 Aug 2023 07:45:45 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=18070 Günübirlik Adana Gezisi Bu yazımızda sizlerle Adana’ya gideceğiz. Adana’yı bir günde nasıl gezebilirsiniz, Adana’da gezilecek tarihi yerler neresidir, Adana’da nerede ne yenir, Adana’da bir günde neler yapılır gibi aklınıza takılan hemen her soruya cevap vereceğiz. Yazımızın sonunda bizimle birlikte gezmek istersiniz diye günübirlik Adana gezimizin videosunu da ekledik. Bizim neler deneyimlediğimizi videomuzu izleyerek görebilirsiniz. Hazır …

Adana günübirlik nasıl gezilir? yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Günübirlik Adana Gezisi

Bu yazımızda sizlerle Adana’ya gideceğiz. Adana’yı bir günde nasıl gezebilirsiniz, Adana’da gezilecek tarihi yerler neresidir, Adana’da nerede ne yenir, Adana’da bir günde neler yapılır gibi aklınıza takılan hemen her soruya cevap vereceğiz. Yazımızın sonunda bizimle birlikte gezmek istersiniz diye günübirlik Adana gezimizin videosunu da ekledik. Bizim neler deneyimlediğimizi videomuzu izleyerek görebilirsiniz.

Hazır mısın Adana? Turrehberin geliyor.

Biz Adana’ya sakin olacağını düşünerek hafta içi gitmeyi planlamıştık. Üstelik bu kez hep yaptığımızın tersine günübirlik bir gezi yapacaktık. Nasıl olur, yetiştirebilir miyiz soruları kafamızda gezerken, doğru planlamayla kafamızdaki şehir gezisinin ilk aşaması olan uçak biletlerimizi aldık. THY’den aldığımız biletler sabah 07:20 gidiş, akşam 21:00 dönüş şeklindeydi.

Bilet kısmını çözdükten sonra sıra Adana için bir gezi rotası oluşturmaktaydı. Sıkı bir çalışma sonrası Adana’da gezilecek yerler nerelerdir belirledik. Günübirlik bir gezi yapacağımız için Adana merkezde nereler gezilir diye düşünerek bir liste çıkardık ve bu gezi noktalarını haritamız üzerinde işaretledik. Bir anlamda sizin okuduğunuz bu yazı gibi kendimize özgü bir Adana gezi rehberi oluşturduk. Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın şehrin merkezinde olması günübirlik gezi için büyük kolaylık sağlıyor. Bizim gezi yaptığımız tarih olan Aralık 2022’de şehrin yeni havalimanının inşaatı henüz devam ediyordu. Yeni havalimanı şehre daha uzak olacağından bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekiyor diye düşündük. Uçuş günümüz geldi çattı ve heyecanla beklediğimiz günübirlik gezimiz başladı.

Adana’da bir günde neler yapılır?

Uçağımız İstanbul‘dan tam vaktinde kalktı ve biz 08:30’da Adana’daydık. Günübirlik gezilerin en güzel yanlarından biri de yanınızda valizinizin olmayışıdır. Uçaktan iner inmez bavul sırası beklemeden taksiye bindik ve gezimiz başladı. Alandan Büyük Saat Kulesi’nin de yer aldığı merkeze on dakikada ulaştık ve karşılığında 35 TL taksi ücreti ödedik. Bu muhteşem.

Şehrin eski bölgesinde yürümeye başlıyoruz. Sabah saatlerinde tüm esnafın güne hazırlanışlarına tanık oluyoruz. Bizim dikkatimizi sıra sıra dizilmiş kuyumcular çekiyor. Bu kadar gösterişli altını başka yerde görmedik desek abartmış olmayız. Adanalılar altını çok seviyor.

Adana Eski Meydan Bölgesi

Altınlardan gözlerimiz kamaşarak ilerliyor ve Kemeraltı Camii’ni görüyoruz. Seyhan ilçesinin en eski kavşaklarından birinde yer alan cami, Ramazanoğulları Beyliği Dönemi’nde 1548’de yaptırılmış. Tek minareli yapı kare plandan oluşuyor. Camii bulunduğu yer itibariyle Tarsuskapı Camii olarak da biliniyor. Caminin etrafı ayakkabı boyacı ve tamircileriyle dolu. Şehrin dokusunu özümseyerek yürüyoruz ve bir de güzel yağmur başlıyor. Adana bizi yağmurla karşıladı. Aralık ayı olmasına rağmen havanın İstanbul’a göre oldukça ılık olduğunu belirtmeden olmaz.Adana Kemeraltı Camii

Kemeraltı Camii’nin karşısında yer alan Mestanzade Hamamı’na geliyoruz. Tarihi hamam Ramazanoğlu Hacı Mahmut Ağa tarafından yaptırılmış. Küçük Saat Meydanı’ndaki bu güzel yapı Adana’nın dört önemli hamamından biri.

Buradan karşıya geçiyor ve ara sokaklarda yürüyerek Bebekli Kilise’ye geliyoruz. Özellikle yabancı turistlerin mutlaka ziyaret ettiklerini öğrendiğimiz kilisenin resmi adı Aziz Pavluv Katolik Kilisesi. 1880-1890 yılları arasında yapılan kilise adını ön üst cephesinde yer alan tunçtan yapılmış Meryem Ana heykelinden almış. Bu heykeli bebeğe benzettikleri için bu ismi koymuş olmaları muhtemel. Fakat yakından bakınca biz benzetemedik.

Yağ Camii

Kilisenin bahçesine girip biraz gezdikten sonra kebap kokulu sokaklarda yürümeye devam ediyoruz. Saat sabahın erken saatleri, bu koku ne diyecek oluyoruz ki 05:00’de açılan kebapçılarda sabah kahvaltısı yapıldığını öğreniyoruz. Kahvaltıda et yeniyor. Bu durum Adana için gayet normal. Şehrin eski merkezinde yürüyor ve Eski Çarşı’da yer alan Yağ Camii’ne ulaşıyoruz. Bu yapı aslında Saint Jacque adına yaptırılmış bir Haçlı Kilisesi. Sade bir mimari tarza sahip yapı 1501 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından camiye çevrilmiş. Avlusu o kadar huzur veriyor ki bir süre burada dinleniyoruz. Camiinin olduğu sokakta bir dönem yağ pazarı kurulurmuş, Yağ Camii ismini de bu pazardan almış.

Adana Yağ Camii

Yağ Camii’nden Büyük Saat Kulesi’ne doğru yürümeye başlıyoruz. Sağlı sollu dükkanlarda Adana işi kumaşlar ve bolca şalvar görüyoruz. O meşhur şarkıda söylendiği gibi: “Adana’ya gidek mi, şalvarından giyek mi?” Bu çarşı şarkı sözlerini doğrulamak istercesine şalvarla dolu. Adana gezimiz boyunca bu sözleri mırıldandığımızı da eklemek isterim. 😊

Büyük Saat Kulesi

İşte karşımızda Büyük Saat Kulesi. Adana’nın sembolü, kentin eski merkezinin de merkezi olan 32 metre yükseklikteki saat kulesi Ulu Camii mahallesinde yer alıyor. Tarihi yapılar arasında boy gösteren kulenin inşaatına dönemin Adana valisi Ziya Paşa zamanında başlanmış. Klasik Osmanlı mimarisi ile tasarlanan kulenin dört tarafında da saatler bulunuyor. Meydanlardaki çeşmeler ve saat kuleleri Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle 2. Abdülhamid zamanında bir çeşit modernleşme hareketidir. Şehirlere başka bir anlam katabilmek için yapılan saat kulelerine en güzel örneklerden biri de hiç şüphesiz ki Adana Büyük Saat Kulesi’dir.

Büyük Saat Kulesi

Kazancılar Çarşısı

Kuleyi, hemen yanındaki hamamdan gelen sıcak dumanlar eşiğinde seyrediyor, sonrasında ciğer dumanlarının sisi altında kalan Kazancılar Çarşısı’na geliyoruz. Satır kıymasından kebapların büyük bir afiyetle yendiğini, koca koca bakır kazanların ne büyük emekle kalaylandığını görüyor; dükkanlarda sergilenen dev boyutlu kazanları hayretle seyrediyoruz. Anadolu’daki kapalı çarşı geleneğinin en güzel örneklerinden biri olan Tarihi Kazancılar Çarşısı, asırlar öncesinden günümüze ulaşan önemli değerlerden biri olarak özellikle yerli turistlerin ilgisini çekmeye devam ediyor.

Çarşıda gezdikçe Adana’da olduğumuzu iyice idrak ediyoruz. Büyük keyifle geziyor ve günün ilk molasını çarşı içindeki bir çay evinde veriyoruz. Demli bir çay içiyoruz, karşıdaki lokum imalathanesinde çalışanlar güllü lokum ikram ediyor. Hayır demiyoruz. Bakırlara vurulan çekiç sesleri ve ciğercilerden süzülen duman eşliğinde çayımızı içiyor, esnafla sohbet ediyor ve çarşının en eski helvacısına gidiyoruz. Adana’nın cezeryesinin tadına bakıyor, tahin helvamızı da alıp yola devam ediyoruz.

Ulu Cami – Farklı bir mimari

Adana Ulu Cami

Şimdiki durağımız Ulu Cami. Şehrin en huzur duyduğumuz ve beğendiğimiz yerine de böylece giriş yapmış oluyoruz. Medrese, harem, selâmlık, Çarşı Hamamı, Gön Hanı, imaret, arasta ve çarşılarla birlikte bir külliye olarak inşa ettirilen caminin yapılışına 1513’de başlanmış. Ramazanoğlu Halil Bey tarafından başlatılan inşaat 1541’de oğlu Piri Mehmed Paşa tarafından bitirilmiş. Caminin Osmanlı çinileri dillere destandır ve 16. Yüzyıla aittir. Kapısındaki Selçuklu dönemi izleri nedeniyle bu caminin başlangıçta küçük bir mescitken zamanla Ramazanoğulları Beyliği’nin güçlenmesi ve ihtiyacın artması üzerine büyütülerek bugünkü haline geldiği düşünülebilir. Ulu Camii, Sabancı Camii açılana dek şehrin en büyük ve gösterişli camisi olmuş.

Bu güzel camiyi hayranlıkla geziyor ve Ziya Paşa parkına doğru ilerliyoruz. Parkın orta yerinde bir dönemin Adana Valisi ve şair Ziya Paşa’nın büstü dikkat çekiyor. Çok sevdiğimiz bir sözü büstün hemen altında yazılı görünce pek bir seviniyoruz. Bu anlamlı söz meğer Ziya Paşa’ya aitmiş: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” Yaptığımız güzel işlerle anılmak dileğiyle Ramazanoğlu Konağı’na doğru ilerliyor ve tarihi mekânda yer alan masaların birine oturup birer sade kahve söylüyoruz. Mevsim kış olsa da Adana ekim ayından bir günü yaşıyor gibi. Ulu çınarlar henüz yaprak dökmemiş, sararmış yapraklar nazlanarak süzülüyor. İşte yorgunluk kahvemizi böyle bir ortamda içiyor, etrafı seyre dalıyoruz.

Ramazanoğulları Beyliği ve Ramazanoğulları Medresesi

Özellikle şehrin “Eski Adana” ismiyle anılan bölgesinde Ramazanoğulları ismini çok sık duyuyoruz. Kimdir bu Ramazanoğulları? Ramazanoğulları Beyliği, Misis ve Adana yöresinde kurulmuş bir Anadolu beyliğidir. 1352 yılında kurulan beylik 1514 yılında kısmen, 1608 yılında tam anlamıyla Osmanlı Devleti hâkimiyetine girmiş. Bu sülale Oğuzların Üçok kolunun Yüreğir boyuna mensuptur. Osmanlı Beyliği’nden sonra Anadolu’da en uzun süre bağımsız olarak kalabilen ikinci beylik olarak tarihe geçmiştir.

Ramazanoğulları Medresesi

Biraz dinlenip tarihin tozlu sayfalarında bir yolculuk yaptıktan sonra Ramazanoğlu Medresesi’nin iç avlusuna giriyoruz. Kapısından girdiğimiz an bambaşka bir dünyaya girmiş gibi oluyoruz. Bu tabir lafın gelişi değil gerçeğin ta kendisi olarak yazıldı sevgili dostlar. Günümüzde Türk-İslam Merkezi olarak kullanılan bu yapıya gösterişli kapısından girdiğiniz an hoş bir şadırvan ve şadırvanın çatısına uzanmış dallarındaki limonları görüyoruz. “İşte” diyoruz “doğru yerdeyiz.”

Tarihte bir çay içme

Avluda biraz dolanıp özenle bakılmış çiçeklerle hasbihal ediyor, sonra bir tabureye oturup sırtımızı tarihi duvarlara yaslıyoruz. Ulu Cami’nin önünden havalanan güvercinler dans etmeye başlıyor. Evet evet bu uçmak değil dans etmek! O kadar güzel ki, etkisinde kalıp bu görüntüyü hafızamıza kaydetmeye çalışırken elimize kameramızı almak aklımıza gelmiyor. Demli bir çay içiyoruz. Sessizlikle baş başayız. Çay ocağını işleten görevli yabancı olduğumuzu ve hayranlığımızı hemen fark etmiş olacak ki bir koca tabak mandalinayla yanımıza geliyor. Mandalina dediğime bakmayın, bir tanesi büyük boy portakal gibiydi. Özenle yıkamış, getirmiş. “İkramımızdır.” diyor. İşte Anadolu’nun güzelliği, gözünü sevdiğim Anadolu, ne kıymetli insanlar yetişti senin topraklarında… Mandalinalarımızı bıçakla keserek yiyoruz, kuşları izliyoruz, çiçekleri kokluyoruz. Sırf bu avluda oturmak bile “iyi ki Adana’ya geldik” dedirtiyor.

Bıraksanız bütün gün burada oturabiliriz, ama zaman kısıtlı, kalkıyoruz. Ulu Camii’nin önünde oturan ak sakallı amcadan üç kalem alıyoruz. Bu üç kalemin hikayesi bambaşka bir yazı konusu olur, şimdilik bende saklı kalsın. Kim bilir belki bir gün bir öykü olur dilden dile dolanır…

Taş Köprü

Ulu Camii’nin arka kapısındaki güvercinlere yem atıyor ve Taşköprü’ye doğru yürümeye başlıyoruz. Yol üzerinde tablacı denilen simit tezgahlarını görüyoruz. Simitlerin yanında şalgam suyu da satılıyor. Adanalılar şalgam suyunu sabah saatlerinden itibaren içmeye başlıyorlar. Biz de geleneğe uyuyor ve Adana’nın meşhur simidinin yanına bir bardak şalgam suyu alıyoruz. Suyun içine acısını isteğe göre ekliyorlar. Eee şehrin geleneği acı şalgamsa biz de geri kalır mıyız? Bol acılı şalgamımızı içip simidimizi yiyerek Taşköprü’ye geliyoruz. Manzaraya göre şarkı geleneğimiz burada da bozulmuyor: “Adana köprü başı, otur saraya karşı” diyerek Seyhan nehrinin üzerinde boy gösteren köprü manzarasına bakıyoruz.

Mevsim itibariyle Seyhan’ın debisi oldukça düşük. Bu mevsimde suyu kesip, yazın gürül gürül bırakıyorlarmış. Nehir etrafında düzenli parklar ve güzel yürüyüş yolları var. Sabancı Camii ve köprü manzarasıyla bir Adana kartpostalına bakar gibi yürüyerek köprüye çıkıyoruz. Köprünün üzeri binbir çeşit çöp dolu. Görmezden geliyoruz ki keyfimiz kaçmasın. Adana’nın önemli simgelerinden biri olan Taşköprü, IV. (385) yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılmış. Bu tarihi yapı, yüzyıllarca Avrupa ile Asya arasında önemli bir köprü vazifesi görmüş.  Taş Köprü 319 metre uzunluğunda ve 13 metre yüksekliğinde. 21 kemerinden 14’ü ayaktadır. Ortadaki büyük kemerde iki aslan kabartması dikkatimizi çekiyor. Dünyanın halen kullanılan en eski köprülerden biri olarak bilinen Taş Köprü, araç trafiğine kapalı. Köprü üzerinde Sabancı Camii’ni fon yaparak fotoğraf çektirmek de bir gelenek olduğuna göre biz de uyguluyoruz.

Taş Köprü

Tarihi Adana Konakları

Sabancı Merkez Camii, Adana’nın Reşatbey semtinde, Merkez Park’ın güneyinde ve Seyhan Nehri’nin batı kıyısında yer alıyor. Açılış tarihi ise 1998. 28.500 kişiye ibadet imkânı sağlaması nedeniyle Balkanların ve Orta Doğu’nun en büyük camilerinden biri kabul ediliyor. Konumu itibarıyla Adana’da bulunan ana arterlerin, demir yolunun ve Adana’yı çevre il ve ilçelere bağlayan yolların kesim noktasında ve yüksek minareleriyle uzaktan görünüyor olması nedeniyle, şehrin sembollerinden biri haline gelmiş. Bu güzel manzarayı izleyerek kıyıdaki parkta bir yürüyüş yapıyoruz. Seyhan nehrinin kıyısında biraz dinlendikten sonra yolun karşısına geçiyoruz. Burada bizi birbirinden güzel, eski ve değerli Adana evleri karşılıyor.

Cadde üzerinde gördüğümüz eski bir evi görüntülemeye başlıyoruz. Balkon ve pencere detaylarına hayran olduğumuz bu evi görüntüye kaydederken bir bey yanımıza yanaşıyor ve bu evin neyini çok beğendiğimizi soruyor. Sohbet etmeye başlayınca Ulvi Bey’in bu eski evin yeni sahibi olduğunu öğreniyoruz. Binanın yanında iş yeri olan Ulvi Bey, hemen bitişiğindeki evin satılacağını duyunca yabancıya gitmesin diyerek bu yapıyı satın almış. Biz çok beğenince de damadı Mustafa Bey’den anahtarı alıp bizi binanın içini görmeye götürmesini istiyor. Adana’nın sıcak insanlarına bir kez daha hayran olduğumuz bir an yaşıyoruz. Eski evin içini geziyoruz, sohbet ediyoruz. Evin ne amaçla kullanılacağı belli değil. Binanın yenilenmiş halini de gelip görmek üzere Ulvi Beyle sözleşip hemen yakınındaki Atatürk Evi Müzesi’ne geliyoruz. Burası aslında Suphi Paşa Konağı.

Atatürk Evi Müzesi

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Adana’ya tam dokuz kez gelmiş ve 5 ayrı konutta konaklamış. Bunlardan ikinci ve üçüncü gelişlerinde (16 Mart 1923 ve 17 Ocak 1925) kaldığı tarihi konak, günümüzde bir müze olarak hizmet veriyor. Müzede Atatürk’ün Adana gezilerini anlatan dev boyutta fotoğraflar, Kuvayı Milliye dönemine ait eşyalar, etnografik ürünler, döneme ait gazete arşivleri sergileniyor.  Ayrıca Hatay’ın kurtuluşunu anlatan özel bir de oda var. Bu müzeye geldiğinizde yöresel bir Adana köşkünü görme fırsatınız da olacak. Köşkün içinde üst katta yer alan vitray kapı ve pencereler çok özel. Bu özel müzeyi müzekart ile gezmeniz mümkün.

Atatürk Evi Müzesi

Adanalıyık Allah’ın Adamıyık

Atatürk Evi Müzesi’ni gezerken aklımıza şehre özel o anlamlı söz geliyor: “Adanalıyık Allah’ın adamıyık.” Bu bilindik sözün nereden geldiğini biliyor muydunuz? Gelin Çanakkale Destanı’na doğru bir yolculuğa çıkalım: Bu zafer, tarihe adını altın harflerle yazdırmış bir destanın adıdır. Bu söz bir kahramanlığın öyküsüdür. İngiliz ve Anzak’lara karşı savaşan şanlı Türk Ordusu’nun kıymetli askerleri arasında elbette Adanalı askerler de varmış. Adanalı askerler kahramanca ve planlı bir şekilde mücadele vermişler, bir bayırda konuşlanarak siperlerine küçük mavi bir plaket takmışlar. Bu mavi işaret düşman askerleri karşısında birbirlerini tanımaları için bir parola ve kendi aralarında sakladıkları bir sırmış.

Adanalılar övgüye layık bir titizlikle gizleniyor, düşman askerlerini öldürüyor ve bu askerleri düşman kuvvetlerinin arasına atıyorlarmış. İngiliz ve Anzak kuvvetleri esrarengiz bir şekilde kaybolan yüzlerce askerlerine şaşırırken bir süre sonra Adanalı askerlerin üstün savaş yeteneğini fark edip korkmuşlar. Öyle korkmuşlar ki, siperlerinin yer aldığı tepelere yanaşamamışlar ve birbirlerini tehlikeye karşı şu sözlerle uyarmışlar: “O tepeye yaklaşmayın, orada Tanrı’nın adamları var.” Bu söz zamanla “Allah’ın adamları” şeklinde kullanılmaya başlanmış. O gün kahramanca mücadele eden 900’den fazla Adanalı asker kahramanca şehit olmuş, bayırın adı “Adana bayırı” olarak anılmış, bu hikâye nesilden nesile aktarılmış. “Adana bayırı” Çanakkale dolaylarında il ismiyle anılan ilk ve tek yer olarak tarihe geçmiş.

Adana Sinema Müzesi

Büyük heyecanla gezdiğimiz bu güzel yerden çıktıktan sonra hemen yanında yer alan Adana Sinema Müzesi’ne gidiyoruz. Eski bir Adana evi restore edilerek muhteşem bir müze açılmış. Müzeye girince, şehre özgü yönetmenler, oyuncular ve yapımcılar ile ilgili eserler dikkat çekiyor. Müzenin zemin katı film afişleri için ayrılmış. Posterdeki en az bir isim Adana sakinine ait. Birinci katta, Yılmaz Güney’in fotoğraflarını, film afişlerini ve eşyalarını gösteren bir oda yer alıyor. Ayrıca Yılmaz Güney, ressam Abidin Dino ve yazar Orhan Kemal’in de heykelleri var. Adana’dan sinema ile ilgili diğer tanınmış kişilerin sergilendiği fotoğraflar ve eserlerin arasında yazar Yaşar Kemal, oyuncu Şener Şen ve babası oyuncu Ali Şen, Muzaffer İzgü, Ali Özgentürk, Orhan Duru, Aytaç Arman, Bilal İnci, Meral Zeren, Menderes Samancılar, Nurhan Tekerek ve Mahmut Hekimoğlu yer alıyor.  Bizi Yeşilçam’ın eski günlerine götüren bu şirin müzede bir de kütüphane yer alıyor.

Müzeden çıktıktan sonra çevreyi keşfetmeye devam ediyoruz. Hep söylediğimiz gibi bir şehri tanımanın en iyi yolu sokaklarında kaybolmaktır. Adana gezimizde bu sözümüzü birebir uyguluyoruz. Hiç araç kullanmadan sadece yürüyerek şehri bir uçtan bir uca gezdik desek abartmış olmayız. Hatta o kadar yürüdük ki, sosyal medya hesabımızda paylaştığımız bazı fotoğrafların yerini Adana’da yaşayan takipçi dostlarımız bile bize sordular, bilemediler.

Adana’nın Yolları Taştan

Şehrin yaşam alanlarına, sokaklarına, caddelerine doğru yürüdükçe şehri daha iyi anlıyoruz. Sokaklarda dikkatimizi çeken bir detay da her köşeden bize gülümseyen portakal, turunç ve limon ağaçları oldu. Dallarından meyve sarkan ağaçlara şaşırarak baktık, biz baktıkça Adanalılar da bize baktı. Öyle çok meyve vardı ki artık yerlere dökülmüştü.

Şimdi istikametimiz ülkemizin en eski on müzesinden biri olan Adana Arkeoloji Müzesi. Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra açılan müzenin kuruluş tarihi 1924. Anadolu zaten bir açık hava müzesi gibi. Gezdiğimiz şehirlerde güzel muhafaza edilmiş, özenilmiş ve ziyaretçisi bol olan müzeleri görünce çok çok mutlu oluyoruz. Adana Müzesi yeni yerine geçmiş ve merkeze biraz uzak. Biz buraya da yürüyor ve gün ortasının getirdiği ılık havanın güzelliği eşliğinde müzeye varıyoruz.

Adana Arkeoloji Müzesi

Sessiz sakin ve oldukça büyük olan yapıyı görünce heyecanlanıyor ve gezmeye başlıyoruz. Adana Müzesi’nde Tarsus Gözlükule, Mersin Yumuktepe, Misis, Karatepe, Soğuksutepe gibi höyük ve iskân yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkan eserler ile Adana ve çevresinden derlenen eserler yer alıyor. Müzede Prehistorik dönem eserleri, Hitit, Asur, Fenike, Frig, Arkaik, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait heykel, kitabe, lahit, stel, mimari parçalar gibi taş eserler, pişmiş topraktan yapılmış çanak çömlek, çeşitli kaplar, silindir ve damga mühürler, sikkeler ve diğer arkeolojik buluntular da dikkat çekiyor. Bu eserler çok geniş bir alana yayılmış olan müzenin içinde öyle güzel düzenlenmiş ki, yorulmadan büyük keyifle geziyoruz. Müze kapanmak üzereyken gezimizi bitiriyoruz. Müze binasının ortasında üstü açık ve yeşilliklerle dolu bir de bahçe var. Fakat aniden başlayan yağmur sebebiyle oraya gidemiyor, binadan çıkıyoruz.

Portakal Kokulu Sokaklar

Günübirlik gezinin bir olumsuz tarafı da yanınızda üzerinizdeki kıyafet ve el çantanız haricinde kişisel hiçbir eşyanızın bulunmayışıdır. Montlarımızın şapkasını takıyor ve telefondan navigasyona Ziyapaşa Bulvarı yazarak yola koyuluyoruz. Yine yürüyoruz, palmiyelerle dolu kavşaklardan, turunç yüklü ağaçlarla kaplı ara sokaklardan, buğulanmış pencerelerden sızan ışık hüzmelerini izleyerek ilerliyoruz. Bambaşka bir şehirde bilmediğimiz sokaklardayız. Bu keşif heyecanına soğuyan havanın ürpertisi de eklenince eşsiz bir mutluluk hissediyoruz. Portakal ağaçlarını gördükçe portakal çiçeklerinin renk renk açtığı mevsimde bu sokaklar kim bilir nasıl kokar diye düşünüyoruz. Portakalın çiçeğinin festivalini neden yaptıklarını anlıyoruz.

Tüm bu düşüncelerle Ziyapaşa Bulvarı’na geliyoruz. Burası şehrin modern yüzü. Geniş bulvarlar, modern butikler, küçük kafeler, renkli pastaneler ve cıvıl cıvıl sokaklarıyla tam bir modern şehir havasını içinde barındırıyor. Her taraf yüksek ve yeni apartmanlarla dolu. Bu bölge bir dönem iki katlı, geniş bahçeli köşklerle doluymuş. 50’li yıllarda yapılan bu evler, 80’li yıllarda yerini maalesef apartmanlara bırakmış…Yağmur altında yürürken bu köşklerden en güzel örnek olan Talip Aksoy Evi’ni görüyoruz. Hayran oluyoruz, bahçeyi çevreleyen demirlere yaslanıp bu güzelliği seyre dalıyoruz. Tüm bulvarın böyle köşklerle dolu olduğu yılları hayal edince coşuyoruz. Ah ne güzeldir, hayali bile mutlu ediyor.

Adana’da Ne Yenir?

Bu güzel düşüncelerle yürümeye devam ediyoruz. Sokak arasında bir semt pazarı görüyoruz, şöyle bir dolaşıp uygun fiyatları görünce İstanbul’un pahalılığına sayıp döküp soluğu Kazım Büfe’de alıyoruz. Adana’ya gelince muzlu süt içmeden dönmeyin, mutlaka Kazım Büfe’ye uğrayın dediler. Biz de söz dinledik ve bu çok bilinen büfeye geldik. Şunu belirtmekte fayda var. Adana’da her semtte muzlu süt içebileceğiniz yerler var ve şehrin sakinleri hepsinin de lezzetli olduğunu söylüyor.

Bizim vaktimiz dar olduğu için en meşhuruna uğramak istedik. Büfe çok kalabalıktı. Gençler akın etmişti. Sipariş vermek için sıraya girdik, sıra hızlı ilerledi. Ben son anda “çocuk gibi muzlu süt mü içeceğim?” düşüncesiyle karışık meyve suyu siparişi verdim. Güzeldi. Çağrı geleneksel lezzette ısrarcı olarak muzlu sütünü sipariş etti. Biz bir beklerken iki geldi. İkinci bardak diğerinden biraz küçüktü. Yanlışlık oldu, biz bir adet sipariş verdik dememize kalmadan ikinci bardağın ikram olduğunu öğrendik. O an anladım ki bu muzlu süt içilecek. İçtim. Muzu ya da sütü veya her ikisini de sevmiyor olabilirsiniz. Ama muzlu sütü seveceksiniz. Çok net söylüyorum.  İstanbul’da Beşiktaş’ta da şubesi varmış. Meraklılarına duyurulur.

Birbirinden güzel tatlar

Bu güzel deneyimden sonra günün sonunu keyifli bir yemekle bitirmek şart olmuştu. Sabah 05:00’de evden çık, 07:20’de uçağa bin, Adana’ya in ve tüm şehri yürüyerek keşfet. Yemek hakkımızdır. Hep söyleriz, biz yeme-içme üstadı değiliz, gurme hiç değiliz. Gezdiğimiz yerlerde temiz yemek sever, arar bulur ve yeriz. Ama iş tavsiyeye gelince haddimizi de biliriz. Fakat iş Adana olunca yemekten bahsetmeden olur mu? Olmaz. Şimdiki durağımız Asya Restoran. Çağrı geçen sene Portakal Çiçeği Festivali’nde yaptığı Adana ziyaretinde Ramazanoğlu Caddesi üzerindeki bu restorana gelmiş ve çok beğenmişti. Bu nedenle gezimizde hiç düşünmeden buraya geldik. Bir hatırlatma yapalım, buraya özellikle akşam saatlerinde gelecekseniz önceden arayıp yer ayırtmalısınız. Biz şansımıza yer bulduk. Temiz, düzgün bir işletme. Zeytinyağlı ve meze bölümü çeşitli.

Bu benim için çok önemli çünkü ben vejetaryenim. Masayı süzme yoğurtlu mezeler, salata ve yeşilliklerle donattık. Çağrı ise Adana kebabın mutluluk denizine dalış yaptı. Yanına bir de karışık kebap söyleyerek mutluluğunu perçinledi. Restoranın sloganı “Adana’da kebap mutluluktur.” Bu sloganı hak eden bir yerdi. Yemekte özellikle humus siparişi de verdik. Bu humus bildiğimiz humuslardan değil, güveç kabında üzerinde peynirle pişiriliyor, servis edilmeden önce üzerine kızgın yağ dökülüyor. Humusu pek sevmem, bunu da pek sevmedim. Ama denemiş olduk.  Bilenler humusun asıl lezzetinin Tarsus’ta olduğunu söylediler. Konaklamalı bir gezi planladığımızda Tarsus’a gitme fırsatımız da olacaktır. Adana-Tarsus arası oldukça yakın. Yemeğin üzerine demli çayımızı içerken yağan yağmur altında nazlanarak salınan karşı kaldırımdaki begonvili seyrettik. Geziyi yaptığımızda Aralık ayının ortasındaydık, bu mevsimde bile bize tüm pembeliğiyle göz kırpan begonvil, bu gezimizde hatıramızda kalan hoş detaylardan sadece biri…

Çukurova’nın güzel yürekli insanlarına selamlar

Bizim günübirlik Adana gezimizin detayları işte böyle. Sizlerle adım adım tüm detaylarıyla paylaşmaya çalıştık. Bu güzel şehrin daha nice güzelliği var elbette. Bici bici tatlısı var mesela. Mevsim kış olunca buz yemeye çekindiğimizi itiraf edelim. Sırf bu nedenle bile bu güzel şehre bir daha gelinir. Sıcakkanlı, dost canlısı insanlarını unutmak olur mu? Şehirlerini tanıtmaya çalışan, yabancıyı hemen anlayıp hürmet gösteren Çukurova’nın güzel yürekli insanlarına bizden selam olsun.

Tekrar geleceğiz…Hazır mısın Adana?

Yazı ve Fotoğraflar: Gonca-Çağrı SAĞLIK

 

Adana günübirlik nasıl gezilir? yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/adana-gunubirlik-nasil-gezilir/feed/ 0
Isparta Gezi Rehberi https://www.turrehberin.com/isparta-gezi-rehberi/ https://www.turrehberin.com/isparta-gezi-rehberi/?noamp=mobile#respond Wed, 16 Aug 2023 11:14:29 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=18022 Dört bir yanı gül ve lavanta kokulu Isparta’dayız. Torosların en güzel manzaralarını seyrederek yaptığımız yolculuk sonrası bu güzel şehre ulaşıyoruz. İstanbul-Isparta arası ortalama 7 saat sürüyor. Biz bu seyahatimizi Kütahya’da bir gece konaklamalı planladık ve İstanbul-Kütahya-Isparta sırasıyla gerçekleştirdik. Biz gezimizi yaptığımızda Temmuz ayının ilk haftasıydı ve lavanta bahçeleri en renkli günlerini yaşıyordu. O nedenle Isparta …

Isparta Gezi Rehberi yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Dört bir yanı gül ve lavanta kokulu Isparta’dayız. Torosların en güzel manzaralarını seyrederek yaptığımız yolculuk sonrası bu güzel şehre ulaşıyoruz. İstanbul-Isparta arası ortalama 7 saat sürüyor. Biz bu seyahatimizi Kütahya’da bir gece konaklamalı planladık ve İstanbul-Kütahya-Isparta sırasıyla gerçekleştirdik.

Biz gezimizi yaptığımızda Temmuz ayının ilk haftasıydı ve lavanta bahçeleri en renkli günlerini yaşıyordu. O nedenle Isparta gezimizin ilk durağı Keçiborlu ilçesinin Kuyucak köyündeki lavanta tarlaları oldu.

Isparta Lavanta Köyün dar yoluna girdiğimizde bizi boylu boyunca lavanta tarlaları, alabildiğince mor renk karşıladı. Yıllar önce geldiğimizde birkaç lavanta tarlası görmüş, fotoğraf çekip dönmüştük. Bu kez gördüğümüz karşısında şaşırdık, dört bir yan boylu boyunca lavanta tarlasıyla çevrilmiş. Arabanın içine camları açmadığımız halde lavanta kokusu doldu. Lavantaların içine sosyal medyada yayınlamaya uygun fotoğrafların çekilmesi için sahneler kurulmuş. Salıncaklar, içine oturulan kalpler, kahve fincanlarıyla süslü masalar, bisikletler, pencereler, kapılar daha neler neler var. Etraftaki bu hareket bize fazlaca mekanik gelse de kendimizi lavantaların renklerinin etkisi altına girmekten alıkoyamıyoruz.

Isparta’da İlk durak Lavantalar Diyarı

Bir süre öncesine kadar kimsenin adını bilmediği Kuyucak köyü, Lavanta tarlaları sayesinde bilinir olmuş. Köyün kalkınmasında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı ve Anadolu Efes’in “Gelecek Turizmde” adlı kalkınma programının etkisi büyük. Fakat Kütahya’da da görüp hissettiğimiz, bir şehri tanıtmada üstün körülük algısını Kuyucak’ta da hissediyoruz. Özensizlik kendini çok net hissettiriyor. Köylünün de fayda sağladığı bu önemli yükselişin devamı için çalışmalara devam edilmesi, sürdürülebilirlik açısından çok önemli olacaktır. Bu hatırlatmayı yapmak bizim naçizane görevimizdir.
Tarlaları geziyor, bol bol fotoğraf çekiyoruz. Lavanta yüklü çalıların etrafı arı kaynıyor. Bu konuda dikkatli olmanız yönünde bir uyarı yapmak faydalı olacaktır.

Lavanta tarlalarını görmek için en uygun zaman temmuz ayının ilk üç haftası. Bu tarih dışında giderseniz göreceğiniz tek şey kuru-yuvarlak çalılıklar olacaktır. Fotoğraf çektiğiniz saat çok önemli. Mor rengin en güzel anını yakalamanın, güneş ışığının lavantalara vurduğu zaman ile ilgili olduğunu unutmayın. Lavantaların gerçek rengini yakalamak için zamanlamayı çok iyi yapmalısınız.

Köydeki gezimizin sonunda meydanda kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Köylü teyzeler bizi cana yakın tavırla karşılıyor. Lavanta kolonyası, lavanta dondurması, lavanta kolyesi, lavanta sabunu ve lavantaya dair her şeyi bulabileceğimiz tezgahlara uğruyor, sohbet ediyor, hediyelik eşyalarımızı alarak yola devam ediyoruz.

Isparta’lılar yaşamlarından memnun

Isparta, ülkemizde yaşam memnuniyeti en yüksek 10 şehir arasında yer alıyormuş. Kuyucak’tan Isparta’ya doğru ilerlerken yolda bunu düşünüyoruz ve şehre olan merakımız kat kat artıyor. Şehre vardığımızda ilk durağımız konaklayacağımız otel Rose Terapi oluyor. Kısa konaklamalı Anadolu gezilerimizde konaklayacağımız otellerin lüks değil, güvenli ve temiz olmasını öncelik tuttuğumuzu biliyorsunuz. Isparta için yaptığımız araştırmalarda da bu beklentimizi karşılayan otellerden biri Rose Terapi oldu. Sakin bir mahalle içinde, tertemiz bir oteldi. Beklentimizi karşıladığını belirtmek isterim. Otele yerleşip, biraz dinlendikten sonra şehir merkezine doğru gidiyoruz. Otelin merkeze mesafesi yürüyerek gidildiğinde biraz uzak, biz aracımızla gidip merkezde belediyenin otoparkına park ettik.

Bir şehri tanımanın en iyi yolu o şehrin sokaklarında yürümek ve hatta kaybolmaktır. Biz bunu bilir bunu söyleriz. Bu kuralı yine bozmadık ve Isparta kent merkezinde gezimize yürüyerek başladık. İlk durağımız Firdevs Bey Bedesten’i oluyor. Mimar Sinan Camii’ne gelir sağlamak için dönemin Isparta Valisi Firdevs Bey tarafından 1561 yılında yaptırılmış olan çarşı, Mimar Sinan üslûbunu taşıyan Isparta’ya ait bir taş cinsi olan, düzgün kesilmiş kövke taşlarıyla yapılmış. Bedesten, kuzey-güney doğrultusunda uzanıyor ve her iki yönden birer girişi var. Kurşun kaplı beşik-tonoz çatısı 1967 yılında gördüğü onarımla değiştirilerek ahşap çatı ile kaplanmış ve içindeki dükkanlarla birlikte hizmete girmiş. Sıcak havada taşların verdiği serinlikle bulunmaz nimet olan atmosferinin keyfini çıkarıyor ve bedesteni gezerek yorgunluk atıyoruz.

Firdevs Bey Bedesteni Isparta

Isparta Meydanında Yemek

Bedesten’den çıkınca bizi tarihi bir fırın ve pideci karşılıyor. Öğle yemeğimizi burada yiyoruz. Oturduğumuz mekân 1833’den beri hizmet veriyormuş. Bu tarihe şaşırıyor ve eskidir kıymetlidir diye burada mola veriyoruz. Mola sonrası eski çarşıya doğru ilerliyoruz. Yol üzerinde Isparta’nın en büyük ve önemli hamamlarından biri olan Dalboyunoğlu Hamamı’nı görüyoruz. Hamamı, Sav Köylü Dalboyunoğlu Hacı Ahmet Ağa 1689 yılında yaptırmış. Şehrin orta yerindeki bu güzel yapının hemen karşısındaki ulu çınarların altında kurulmuş bir pazara rastlıyoruz. Çeşit çeşit sebze-meyve İstanbul’un yarı fiyatına satışa sunulmuş. Büyük keyifle alışveriş edip yerel üreticilerle sohbet ederek gördüğümüz ilk sokak arasına dalıyoruz.

Eski evler, bahçelerde güller, balkonlarda edilen hoş sohbetler…Bir zaman makinesine girmiş gibi hissediyor, şöyle bir silkeleniyoruz. Gördüklerimiz o kadar güzel ki. Sadece bu duygu bile bu seyahatin heybemize sakladığı güzelliği olmaya yeter. Isparta deyince aklımıza ilk gelen şeyin gül olması kadar normal ne olabilir? Güller Diyarı Isparta’nın her köşesi gül kokuyor, çarşılardaki dükkanlar gül kokulu sabunlar, güllü lokumlar, kolonyalar, gül şeklinde hediyeliklerle dolup taşıyor. Yolda gördüğümüz gül heykelleriyle fotoğraf çektiriyoruz. Bu çok eğlenceli ve renkli bir tecrübe oluyor.

En ünlü Isparta’lı İslamköy’den

Isparta İslamköy’ün bağrından kopmuş ve Türk siyasetine damga vurmuş rahmetli Süleyman Demirel’in fötr şapkasıyla halkı selamlayışının konu edildiği bir heykel görüyoruz. Biz de karşısında duruyor ve bir selam veriyoruz. O yılları gülümseyerek hatırlıyoruz.

Isparta Süleyman Demirel

Eski çarşının en dikkat çekici kapalı pazarlarından biri olan tarihi Üzüm Pazarı 461 seneye dayanan geçmişiyle şehrin ziyaretçilerini selamlıyor. Mimar Sinan üslubunun güzel örneklerinden biri olan Üzüm Pazarı 110 dükkândan oluşuyor. Bir dönem ticaretin merkezi olan çarşıya Isparta’nın lezzetli üzümünün adının verilmesi elbette tesadüf değil. Çarşıyı gezerken çocukluğumuza ışınlanıyoruz. Isparta bizi geçmişe yolculuk yaptırmaya çok kararlı.

Isparta’nın gülü kadar önemli bir diğer değeri de halısıdır. Isparta Halısı gerek ipliği gerek dokuması ve desenleriyle 19. Yüzyıldan günümüze ulaşmış önemli kültürel değerlerimizden biridir. Birbirinden güzel ve renkli halıları görebilmek için Isparta Etnografya Halı ve Kilim Müzesi’ni gezebilirsiniz. Müze binası merkezden biraz uzak, araç kullanmanız gerektiğini hatırlatmak isteriz.

Güzelim Eğirdir Gölü

Eğirdir GölüTürkiye’nin en büyük ikinci tatlı su gölü olan Eğirdir Gölü de bölgenin en büyük zenginliklerinden biri. Göller Bölgesi’nin başkenti Eğirdir’e sağlı sollu elma ve şeftali bahçeleriyle çevrili yollardan ulaşıyoruz. Yılın her mevsimi serin ve rüzgârlı olan Eğirdir bizi yine şaşırtmıyor ve şiddetli esinti eşliğinde bu güzel yeri gezmeye başlıyoruz.
Eğirdir’in tarihi Selçuklulara kadar uzanıyor. Bu güzel belde o dönemlerde sultanların sayfiye yeriymiş. Günümüzde de tertemiz plajlarıyla bu özelliğini sürdüren Eğirdir Gölü, günün her saatinde farklı renklere bürünüyor. Yakından baktığınızda bile deniz zannetme olasılığınız yüksek.

Selçuklu Eserleri Eğirdir’in hazinesi

Göl kenarında rüzgâra karşı bir yürüyüş yaptıktan sonra tarihi Hızır Bey Camii’ne geliyoruz. Eğirdir’in en büyük camisi olan Hızır Bey Cami’nin yapılış tarihi tam olarak bilinmiyor. Caminin doğu cephesi sur duvarlarından oluşuyor. Cami ve Dündar Bey Medresesi sur duvarlarından iç kaleye açılan kapıdan geçiyor ve bu güzel manzaraya hayran kalıyoruz. Eğirdir

Hızır Bey Camii’ne komşu Dündar Bey Medresesi Eğirdir’in dikkat çeken yapılarından biri. Medrese 1237 senesinde Selçuklu Sultanı II.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında han olarak inşa ettirilmiş. Han, 1301’de Hamidoğlu Dündar Bey tarafından medreseye çevrilmiş. İki katlı bu güzel yapının şadırvanlı avlusu sakin ve huzur verici atmosferiyle gezimizin yorgunluğunu atmamıza vesile oldu. Eğirdir Dündar Bey Medresesi

Biz gezdiğimizde Halk Eğitim Merkezi’nin kilim dokuma tezgâhları da ortada sergileniyordu. Rengarenk kilimleri seyretmek mutluluk vericiydi. Dündar Bey Medresesi’nde biraz dinlendikten sonra çarşı içine doğru yürüyoruz. Eğirdir sokaklarında eski zamanlarda bir an yaşıyor gibi hissettiren dükkanlar ve sokaklar dikkat çekiyor. Yeni olan şeyler buraya uğramamış. Uğramamış olması da Eğirdir’e farklı bir güzellik katmış. Sokaklardaki koca çınarların gölgesindeki evler ve dükkanlar kent merkezine kendine has bir güzellik katıyor.

Çarşıyı gezerek Eğirdir Kalesi’ne ulaşıyoruz. Kale, Eğirdir Gölü’ne uzanan yarımada üzerinde yer alıyor. Kuzey-güney yönünde yarımada boyunca uzanan sur duvarları üzerinde evler yer alıyor. Kale içine doğru yürüyor ve tepeye çıkıp rengiyle görenleri mest eden Eğirdir Gölü’nü seyre dalıyoruz.

Eğirdir gezimizi sahilde bir yürüyüş yaparak bitiriyoruz. Deniz kenarından farkı olmayan bu güzel sahilde bir kahveye oturup demli bir çay söylüyor, göle uzanan koca dağlara bakarak yudumluyoruz.

Atabeg’in Isparta bölgesi artık Atabey İlçesi.

Isparta gezimizi bitirmeden önce Atabey ilçesine doğru yol alıyoruz. Bu şirin ilçe Ertokuş Medresesi ve İslamköy ile tanınıyor. Bildiğiniz gibi Süleyman Demirel İslamköy’lü.

Atabey ilçesinin merkezinde yer alan Ertokuş Medresesi’ne geliyoruz. Sakin bir bahçenin içinde pırıl pırıl parıldayan bu tarihi yapıyı geziyor ve hemen arkasındaki bahçede bir kısa mola veriyoruz. Medrese, I.Alaaddin Keykubat zamanında, Selçuklu uç kumandanı Mübarizeddin Ertokuş tarafından H.621 / M.1224 yılında yaptırılmış.

Atabeg

Medresenin taşları Agrai (Atabey) ve Seleukeia Sidera (Bayat) harabelerinden getirilmiş. “Kapalı Tip Medrese” türüne giren yapı, dış avlu, iç avlu ile türbe ve medrese odalarından oluşuyor. Medresenin hemen karşısında ahşap sütunlar ve tahta işlemeleriyle dikkat çeken Feyzullah Paşa Cami de görülmeye değer.

Isparta, tarihi ve doğal güzellikleri, kanyonları, gülü, lavantası, elması, şeftalisi ve huzur dolu sokaklarıyla sizleri mutlu edecek. Biz Isparta merkezde kendimizi şehrin sakinliğine ve huzuruna bıraktık. Kaldığımız otelin yer aldığı mahalle, şehrin en sakin yerlerinden birindeydi. Bu bizim gibi büyük şehrin kalabalığından yorulan gezginler için biçilmiş kaftandı. Akşam otele döndükten sonra çevrede bir yürüyüşe çıktık. Hem şehrin içinde halkıyla içiçe bu mahalleyi görmüş hem de Isparta’nın 60’lı yıllara ait güzel mimarisiyle tanışmış olduk. Tek katlı evlerin etrafı botanik bahçesi gibiydi. Elmalar, kirazlar ve kayısılar dallardan sarkıyor, çiçeklerin kokuları metrelerce uzaktan duyuluyordu.

Biz Isparta’yı gezerken mevsim yazdı, yaz deyince akla düğün mevsimi gelir elbette. Gelin konvoyları hep lavanta rengiyle süslenmişti, dikkatimizi çeken bu ayrıntı bizi mutlu etti. Isparta gezisinde hissedeceğiniz sakinliğe ulaşmak için çok beklemeyin, bu güzel şehri gezi rotalarınızda üst sıralara yazın deriz.

Isparta ve Eğirdir Gezi Videomuzu aşağıdan izleyebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Birlikte nice güzel keşiflere diyoruz.

Yazı ve Fotoğraflar: Gonca SAĞLIK & Çağrı Sağlık

Isparta Gezi Rehberi yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/isparta-gezi-rehberi/feed/ 0
Pera Beyoğlu https://www.turrehberin.com/beyoglu-pera/ https://www.turrehberin.com/beyoglu-pera/?noamp=mobile#respond Wed, 16 Aug 2023 08:29:29 +0000 https://www.turrehberin.com/?p=10809 Beyoğlu Pera İstanbul’un en eski ve en güzel bölgesinde, Pera’dayız. Zaman tünelinde olduğunuzu düşündüren bir semt burası. Dolayısıyla tarihi de oldukça dikkat çekici. Ancak önce Pera ismi nereden geliyor, tarihi önemi nedir ona bir bakalım. Pera’nın gelişimini ve tarihini Galata’dan ayrı düşünmek pek mümkün değil. Galata bölgesindeki değişim ve Cenevizlilerin bölgeye yerleşimi sonucu hem ekonomik …

Pera Beyoğlu yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Beyoğlu Pera

İstanbul’un en eski ve en güzel bölgesinde, Pera’dayız. Zaman tünelinde olduğunuzu düşündüren bir semt burası. Dolayısıyla tarihi de oldukça dikkat çekici. Ancak önce Pera ismi nereden geliyor, tarihi önemi nedir ona bir bakalım. Pera’nın gelişimini ve tarihini Galata’dan ayrı düşünmek pek mümkün değil. Galata bölgesindeki değişim ve Cenevizlilerin bölgeye yerleşimi sonucu hem ekonomik hem sosyolojik açıdan ilerleme kaydedilmiş. Doğrusu bu süreçte ticaretin kalbi burada atmış desek yanlış olmaz.

Pera Bölgesi Osmanlı döneminde gelişme göstermiş gibi görünse de asıl değişim Galata’daki hareketli yaşamdan kaynaklanmış. Bölge 14. Yüzyılda Pera Bağları olarak anılırmış. Galata çevresinde başlayan değişimin Pera’ya olan etkisi, 1481 yılında II. Bayezid’in Galata Sarayı Mektebi (Mekteb-i Sultani) ‘ni inşa ettirmesiyle bir hayli büyümüş. Daha sonra 1491 senesinde Galata Mevlevihanesi yaptırılmış. Böylelikle bu iki önemli yapı yabancı elçilik yetkililerinin dikkatinin o bölgeye yönelmesine sebep olmuş. Neticede bölgenin talihini değiştirecek bir hareketle Fransız Büyükelçiliği, Pera’daki yerini almış. Bunu Hollanda, İngiltere ve İsveç izleyince bölge Batı’nın merkezi haline gelmiş.

Nihayetinde bir dönem bağlar bahçelerle dolu olan, inzivaya çekilmek için manastırlara kapanmak amacıyla gelen keşişlerden başkasının uğramadığı semt, şehrin Paris’i olmuş. Burada hemen kısa bir not ekleyelim. Adı geçen manastırların bazılarının kalıntıları Galata Mevlevihanesi ve Kadirhane Tekkesi’nin altında bulunmakta.

Elçilikler çehreyi değiştiriyor

Bölgede açılan elçilik binalarıyla birlikte başlayan yoğunluk, beraberinde yapılaşmayı da getirmiş. Günümüzün göz alıcı binalarının yapılmaya başlandığı o dönemlerde batılı devletlerle ilişkilerin artması da bölgede batı esintilerinin yerleşmesine sebep olmuş. Tanzimat Fermanı’yla birlikte haklarını elde etmeye başlayan azınlıklar, Pera bölgesine yoğun ilgi göstermeye başlamış. Dahası 1856’daki Islahat Fermanı’yla birlikte azınlıkların hakları daha çok genişletilerek devlet kadrolarına girmeleri sağlanmış. Velhasıl ağırlıklı olarak Rum nüfusu barındıran bölgede zaman içinde Museviler, Ermeniler ve Türkler de yerleşime dahil olmuş.

Bu tarihlerde çevresinde Türklerin yerleştiği az sayıdaki yapılar içinde en önemlileri arasında Galatasarayı Ocağı ya da bir başka deyimle Acemi Oğlanlar Kışlası, Galata Mevlevihanesi, Şahkulu Mescidi, Asmalımescit Mahallesi ve Ağa Cami var.

Pera ne demek

Gelelim bölgenin isim hikayesine: Pera kelimesi, eski Yunanca’da ‘karşıda olan, öte yanda olan’ anlamına geliyor. Belli ki semt ilk kurulduğu dönemlerde şehrin merkezi olan Sultanahmet ve Haliç bölgesinin karşısında bir yerde olduğu için bu adla anılmış. Bölgenin Beyoğlu adını alma hikayesi de çok ilginç. Venedikli tüccar Andrea Gritti, 16. Yüzyılda bölgeye gelerek bir konak yaptırmış. Büyük oğlu Alvise Gritti de babası gibi ticaretle uğraşıp bu konağı büyütmüş. Konak o kadar görkemliymiş ki, namı duyuluyor ve bölgeye Beyoğlu isminin verilmesine sebep oluyor.

1573-1578 yılları arasında İstanbul’da yaşayan Stephan Gerlach’ın notlarında Tophane üzerinde Defterdar Yokuşu’na yakın bir bölgede Büyük Beyoğlu Konağı’nın kalıntılarının olduğu yazar. 1870 senesinde Pera’da büyük bir yangın çıkmış. Çok sayıda yapının yok olduğu yangına kadar inşaatlarda kullanılan kagir malzemeden vazgeçilerek, günümüzdeki Pera binalarının eşsiz güzelliğinin temeli olan taş ve demir-döküm malzemelere geçiliyor. Beyoğlu’nun o dönemki yeniden inşa çalışmalarına İtalya’dan gelen işçiler, ustalar ve mimarlar da katılıyor. Bu nedenle Asmalımescit Sokağı, İstiklal Caddesi ve Kumbaracı Yokuşu’ndaki binalarda cephe tasarımlarına verilen önemin güzel örneklerini görmek mümkün.

Bir dönem Galata’nın sayfiye bölgesi olan, sıcak günlerde yazlık olarak kullanılan köşklerin ve üzüm bağlarının yer aldığı Pera, günümüzde de şehrin keşmekeşinden uzaklaştıracak kadar sakin. Kendi döngüsü içinde huzur veren bölge geceleri ise oldukça hareketli. Açılan mekanlar her geçen gün daha fazla rağbet görüyor.

Tepebaşı ve Pera

Bölgede bir başka popüler yer ise 1870 yılında imara açılan Tepebaşı. O dönemde daha çok yabancıların tercihi olan Tepebaşı, günümüzde İstanbul’un en iyi sergi mekanlarından biri. Bunlardan en bilineni hiç şüphesiz Pera Müzesi. Meşrutiyet Caddesi’nde görkemli bir binada yer alan müzenin koleksiyonunda, Osman Hamdi Bey’in meşhur ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ adlı eseri de yer alıyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından 2005 senesinde nitelikli ve geniş ölçekli kültür sanat hizmeti vermek amacıyla kurulan ve 2003-2005 döneminde restoratör mimar Sinan Genim’in hazırladığı proje çerçevesinde Tepebaşı’ndaki tarihi Bristol Oteli’nin cephesi korunarak çağdaş ve donanımlı bir müze olarak inşa edilen bina doğal olarak hem içindeki eserler hem de mimari yapısıyla şehrin önemli duraklarından biri. İlk katlarda özel koleksiyonları görebiliyorsunuz. Diğer üç kat ise yerli ve yabancı çeşitli sergilere ev sahipliği yapıyor. Müzeyi pazartesi günleri dışında salı-cumartesi günleri arası 10:00-19:00, pazar günleri 12:00-18:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

Pera Palas Oteli

Yeni mekanlar çoğalsa da tarihi yapısıyla göz dolduran klasiklerin yeri hep başka oluyor. Nitekim bu klasiklerin en bilineni ve birçok ünlünün yanı sıra Atatürk’ü de ağırlama onuruna erişen Pera Palas Oteli.

Ülkemizin ilk ve en lüks otellerinden olan Pera Palas’ın hikayesi ise şöyle: Türkiye ve İstanbul için birçok ilki de bünyesinde bulunduran Pera Palas Hotel, Dünyaca Ünlü Orient Express (Doğu Ekspresi) Paris – İstanbul seferlerini yapmaya başladığı 1888 yılı İstanbul’unda Orient Express yolcusu Avrupalıların alışkın olduğu lüksü sağlayabilecek bir otel yokmuş. Osmanlı Bankası ve İstanbul Arkeoloji Müzesinin de mimarı olan Alexander Vallaury tarafından 1892-1895 yılları arasında yapılan 16′sı süit, 115 odası bulunan Pera Palas Hotel şehirdeki bu eksiği gidermek için açılıyor. Otelin bir önemli özelliği de saray dışında ilk elektrik verilen bina olmasıdır. İçinde bulunan tarihi asansör elektriklidir ve hala kullanımdadır. Özel misafirlerini memnun etmek için kurulduğu ilk günden itibaren sıcak suyu olan otel oluşu, Pera Palas’ı farklı kılmaya yeterli olmuş. Pera Palas Hotel, Müze Otel olma özelliğini taşıyor.

Otelin meşhur müdavimi

Otele bu özelliği kazandıran misafir ise Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk, savaşların dönüşünde cephenin yorgunluğunu evi gibi kullandığı Pera Palas’ta atarmış. Birçok üst düzey misafirini burada konuk etmiş ve devlet ile ilgili birçok kararı da yine bu otelde almış. Her zaman kullandığı 101 numaralı odası Atatürk’ün 100. yaş günü şerefine, Atatürk’ün özel eşyalarının da sergilendiği ve çok sevdiği renk olan Şafak Pembesi ağırlıklı dekore edildiği bir müze oda olarak 1981 yılında hizmete açılmış. Bu tarihi semti keşfederken bu durağı lütfen es geçmeyin. Pera’nın bütün tarihi sanki bu binada saklı…

Pera Palas’ı ziyaret edeceklere bir de tavsiyemiz olacak. Otelin alt lobisinin arkasında restoran olarak kullanılan bir salon var. Burada bir yorgunluk kahvesi içip tarihi duvarlardaki tabloları seyre dalabilirsiniz. Ülkemizin yetiştirdiği caz müzik piyano üstadı İlham Gencer hafta içi akşam 5 çayı etkinliğinde piyanosu eşliğinde şarkılar söylüyor. Meraklısı için kaçırılmayacak bir fırsat.

Londra Oteli

Pera Palas’ın sağ çaprazındaki Londra Otel’i de tarihe tanıklık etmiş kagir (yığma) binalardan biri. Londra Oteli 1891’de, yan sokağa adı verilen Glavany’lerin (bugün Kallavi Sokağı) ahşap konağının yerinde, L. Adamopoulos ve N. Aperghis adlı iki ortak tarafından, Mimar Semprini’ye inşa ettiriliyor. pera Londra OteliÖnceleri konut olarak inşa edilen bina daha sonra otele çevrilmiş. Binanın ağır mobilyalar ve külfetli perdelerle döşeli banyolu odaları ve hidrolik asansörü dikkat çekiciymiş. Haliç manzaralı terasından manzarayı seyretmek büyük keyif olacaktır.
Yeme-içme konusunda yeni nesil cafe-restoranlar bölgeye hâkim olmuş. Biz kendi tecrübemizi paylaşmak isteriz. Pera denilince aklımıza Sahrap Pera restoran geliyor. Tertemiz mis kokulu masa örtüleri, lezzetli ve hijyenik yemeklere sahip bir restoran. Burası huzurlu ortamıyla bölgenin kalabalıklarının içinde sakin bir durak niteliğinde. Biz denedik, memnun kaldık.

Beyoğlu-Pera bölgesi bir yazıyla anlatılamayacak kadar kıymetli. Neredeyse her sokağı, her binası ayrı ayrı yazı yazacak kadar özel. Biz bu bölgeyi keşfetmeye ve keşfettikçe yazmaya devam edeceğiz. Nice güzel keşiflerde buluşmak üzere.

Yazı ve Fotoğraflar: Gonca SAĞLIK

Nasıl gidilir:

Taksim’e ulaştıktan sonra gerisi kolay. İsterseniz tramvaya binip Tünel’de inip aşağı yürüyün, isterseniz Karaköy’den Kamondo merdivenlerini takip edip Galata üzerinden gelin. Nasıl olursa olsun bu tarihi hazineleri mutlaka keşfedin.

Pera Beyoğlu yazısı ilk önce Turrehberin.com üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://www.turrehberin.com/beyoglu-pera/feed/ 0